19 Şubat 2015 Perşembe

Robert M. Pirsig - Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı

Batı ve Doğu felsefesi arasında kurulacak köprülerin izinde, aydınlandığı an beynine elektrik şoku yiyerek daha da aydınlatılan bir adam. Oğlu Chris, başlarda John ve Sylvia ile motosiklet yolculuğu, yolda olma durumu. Yol. Kitap, kendini yeniden bulma oyununun ortasında hesaplaşmalardan oluşan bir serüven. İnsanın doğadan kopuşunun ipuçları toplanırken teknolojiyle, medeniyetle alıp verilemeyenin ne olduğu incelenecek. Klasik ve romantik bakış açısı, motosiklet ve felsefe üstünden irdelenecek.

Chautauqua, yolcumuzun dinlendiği zamanlarda okura verdiği konferansları ifade eder. Bu konferanslarda hem yolcuyu, hem de yolcunun geçmişindeki benliği olan Phaedrus'u görürüz. Bu ikisi hem yolda, hem de geçmişte bir araya gelir, aslında yolun amacı bir anlamda Phaedrus'un izini aramaktır. Geride bırakılanın peşinde koşmak, bu sırada... Bayağı bir şey oluyor.

Her şey John'ın motosiklet tamirine yanaşmamasıyla başlıyor. Tamir bir yana, teknolojiye karşı bir isteksizliği var. Motosikletinin parçalarıyla ilgilenmiyor, bir arıza çıktığı zaman patlayacak hale geliyor. Anlatıcı mevzuyu açmaya çalıştığında sistemden, teknolojiden kurtuluş olmadığını söylüyor yarım ağız. Oysa Buda, büyük bir dağın başında oturabileceği gibi elektronik, mekanik devrelerde de rahatlıkla kendine yer bulabilir. Kitaptaki örnekle gidersek eğer, yer çekiminin Newton'dan önce de bir yasa olarak halihazırda bulunduğunu söyleyebiliriz. Bilgisayar, motosiklet gibi aletler binlerce parçadan oluşur ve kullanana zevk verir. Buradan klasik ve romantik bakış açısına ulaşacağız; bir şeyin ne olduğuyla ne anlama geldiği arasındaki fark da denebilir buna. Somut gerçeklikle soyut sanat arasındaki fark. Uzlaşıdan uzak bütün. Zamanın bir yerinde ayrılmış parçalar. Başlardaki hayalet izleği, bu ayrımın Phaedrus üzerindeki etkisini de gösterir. Kamp kurdukları gecelerden birinde anlatıcı, oğlu Chris'in hayaletlere inanıp inanmamasıyla ilgili sorularına bir hayalet öyküsüyle cevap verir. Bir baba ve oğlu, motosikletle geceye doğru yolculuk yapmaktadırlar. Çocuk, hayalet gördüğünü söyler. Baba daha hızlı, daha hızlı gider. Sonunda çocuk ölür. O gece anlatıcı, geçmişinin hayaletiyle karşılaşır: Phaedrus. Ölmemiştir, baba onun peşindeyken o da babanın peşindedir aslında. Romantikle klasiğin, akılla duygunun birleştiği yeri arayan Phaedrus, yaşayan hayalet, uzun zamandan sonra yine yollardadır. Bu noktadan sonra Phaedrus'u dinleriz bazı bazı.

Klasik-romantik ayrımını öğreniriz. "Motosiklet sürmek romantik olmasına karşın motosiklet bakımı tam anlamıyla klasiktir." (s. 66) Klasik anlayış dünyanın gizini görür. Romantik anlayışı uçarı, güvenilmez bulur. Romantik anlayış için klasik sıkıcı ve boğucudur. Durum önemlidir, altta yatan değil. Batın-zahir ilişkisi gibi düşünebiliriz. Phaedrus'un akılcılığı tamamen bu klasik bakışa dönüktür, analitik bakış açısı her şeyi bıçak gibi ayırır ve parçalara doğru sonsuz bir ilerleyişe yol açar. Bilinci, dünyayı bir avuç kuma benzetir Phaedrus, Minik parçalar. Klasik bakış açısı bu kumları sınıflandırır, romantik bakış açısıysa avuçtaki bir avuç kuma takar kafayı. Bu iki bakış açısının bir sentezinin olması gerekir, bir süre sonra bu ayrıma yol açan etkenleri düşünmeye başlar ve antik felsefeye doğru ilerler. Kafayı kırmasına biraz da bu analiz yeteneği yol açacaktır. "Geçen gece Chris'e, Phaedrus'un tüm yaşamını bir hayaletin peşinde harcadığını söylemiştim. Bu doğruydu. Onun izlediği hayalet tüm teknolojinin, tüm modern bilimin, tüm Batı düşüncesinin temelindeki hayaletti." (s. 76)

Klasik bakış açısıyla yaklaşılınca motosikletin onca parçası hiyerarşik bir düzene konur, bilgi hiyerarşisine benzetilir ve ortaya çıkan sistemden bir güzel eleştiri yapılır. "(...) Sistematik bir hükümet devrimle yıkılır, ama o hükümeti üreten sistematik düşünce kalıpları daha sonra başka hükümetlerle kendilerini yineleyeceklerdir." (s. 92) Biraz 1968'deki olaylara benzetiyorum bu durumu. Öğrenciler ayaklandı, çoğu sendika mevzuyu destekledi ve sözde kazanımlarla dava satıldı. Bence. O hükümetlerin kendilerini yenilediği çok açık.

Akılcılığın insanoğlu üzerindeki egemenliği, Phaedrus'un genç bir bilim adamıyken hipotezlerin bölündükçe sonsuza varması gibi mevzular yüzünden adamımız üniversiteyi bırakır. Hume'un, Kant'ın dünyayı algılayış biçimlerinden retoriğe, sofistlere kadar uzanırız, "iyi" ve "doğru" -ki diğer ikiliklerin bir uzantısıdır yalnızca, klasik-romantik vs. gibi- ikiliğinden modern dünyanın hangi algıya göre kurulduğunu sorgularız ve diyalektik düşünce sisteminin anlamsal dünyayı saf dışı bırakması karşısında dehşete düşeriz, Phaedrus, Aristo'yu gömer bu mevzudan ötürü.

Doğu bilgeliğiyle Batı düşüncesi. Alim-arif arasında bir noktada kırılma yaşanmış, bunu gördükten sonra bu ikisini nerede birleştireceğiz? Anlatıcının buna bulduğu çözüm akılcılıktan vazgeçmek yerine akılcılığın doğasını bir çözüme varabilecek ölçüde genişletmek oluyor. Analitik-diyalektik aklı Antik Grekler kehanetler için kullanmışlar, anlatıcının sezgiyle aklı buluşturma noktası yine yol metaforu içinde: "Gideceğin yere ve olduğun yere bakınca hiçbir anlam çıkmıyor, ama geriye bir zamanlar olduğun yere baktığında bir model belirmeye başlıyor. Ve ileriye, bu modeli izleyerek bakarsan bazı şeyleri yakalayabiliyorsun." (s. 149)

Nitelik kavramı, niteliğin ne olduğu Phaedrus'un aklını işgal edecek uzunca bir süre. Bu metin aslında niteliğin ne olduğunu bulma serüvenidir de. Nitelik araştırılırken akılcılık saf dışı edilir ve Doğu felsefelerine varılır. Zen'e daha doğrusu. Nitelik, romantik ve klasik bakış açısının öncelidir. Tanımlama çabasına girilirse kaybolur, hiçbir şey onun karşılığı değildir. Hasan Ali Toptaş'ın Haraptarlı Nafi'ye söylettiğidir. "Hayat nedir diye sorarsan, bilmiyorum evlat; sormazsan biliyorum..." Nitelik için de aynısı geçerlidir.

Eğitim sistemi, yol, felsefe, alayı. Çok güzel. Oğuz Atay'ın günlüklerinde de bahsi geçiyormuş.

ELP yine.

11 Şubat 2015 Çarşamba

Erhan Bener - Tekilleşme

Bener'in en felsefi metinlerinden biri belki. Tekilleşme kavramı üzerine kurulu bir gizem, akıl hastanesinde çalışan doktorlar tarafından çözülecek, bu sırada doktorların, özellikle Çiğdem'in hayatına girip siyasi mevzularla birlikte karakterlerin çözümlenişini izleyeceğiz. Hadi bakalım.

İdefix reklamı aldık, yapacak bir şey yok.

Meyhanede yalnız başına oturan bir adam, yanına oturan bir fahişeyle konuşmaya başlar. İç diyalog; adam dilsizdir ve kadının -erkeğin ya da, cinsiyetler konusunda oldukça özgürlükçü bir yazar Bener- söyleyeceklerini kendi yaratır, bir kısmını gerçekten duyar ama kadının söylediklerini duyamayız. Kadının tahrik edici davranışları dışında bir eylemi yoktur. Adam mimikleriyle konuşur, kollarını kullanır falan. Sonra kollarını gerçekten kullanır, kadını hastanelik eder ve komiserin tabiriyle "tımarhaneye" gönderilir. Kadını neden dövdü, çünkü kadınla birlikteyken çoğul olduklarını düşündü ve paranoyaklığı ortaya çıktığı an kadının ajan olduğunu sandı. Ajanlığın tekilleşmeyle ilgisi olduğu malum, iç diyaloğun gizemli Aysel'ini, Savaş'ını ve Sine'sini ve afazik Medeni Bey'in onca sayıklamasının altındakini görmek için biraz daha zaman var. Mevzuyu anlamalıyız. "(...) İnsanlar da öyle buruşur ve küçülürler. Dünyalar, güneşler, atomlar ve genler, hepsi buruşur, küçülür ve bir kara lekeye dönüşür. Tekil o'dur işte." (s. 8) Ölümün ötesine dek uzanan minimal bir varlıktır tekil, bir tek var olduğu sezilebilir. İletişimden muaf olmak ister, gırtlağının alındığını söyleyen Medeni Bey için iyi bir şeydir bu. İyi midir? Çok yetenekli bir obua sanatçısı olan Medeni Bey için nefesini kaybetmesinin ardındaki sebepler derindir aslında, işin o noktasında hastaneye geçiyoruz, beyefendi kadını öldüresiye dövdükten sonra.

İsmail, Çiğdem ve Ergin, üniversiteden sınıf arkadaşı olmalarının yanında aynı hastanede çalışıyorlar. Ön planda Çiğdem var. Modern denebilecek bir ailesi var, ilişkilerini özgürce yaşayabiliyor ama ilişkilerini anlamlandırma çabası çoğu zaman ortada bırakıyor onu, her şeyi kolaylıkla çözümleyemiyor ve yaşamının birikimleri zorlayıcı oluyor. İsmail'le sevişmesi, Ergin'e bağlılığı ve üçünün de hocası olan karakterle otorite-iktidar olgusu üzerine düşünceleri, nihayet Medeni Bey'in -İsmail'in taktığı adla Zeytindağı'ndaki İsa'nın- fikirleri arasında bocalarken kimliğini sürekli düşünecek, kendini biçimlendirmeye çalışacak. Üniversitedeyken siyasi olaylara karışmaları, Ergin'in gördüğü işkenceler yüzünden cinsel hayatının sekteye uğraması ve İsmail'in ajan olduğu düşüncesi işleri iyice çıkmaza sürükleyecek. Hocanın zamparalığı açık açık ortada olmasına, Ergin'le birbirlerine duydukları sevgiden kuşku duymamasına rağmen hocanın evine gidecek, son adımı atmayıp kendini geri çekecek mesela. Neden? Kendini denemek mi, merak mı, nedir? Hocanın aşırı feminist karısının hakaretlerini duymak, ilişki teklifini reddetmek, sanırım sınır tayin etmekle ilgili bir şey, baba mevzusu gibi geliyor bana. Freud'un adı romanda sıkça geçer, Çiğdem hocayla sevişse babasının tepkisinden çekinir. Sınırlarımızı kendimiz koyarız, deneyimler neyi yapıp yapamayacağımızı belirler. Kendini tanımanın aşamasıdır bu, ağır bedeller öderiz karşılığında. Çiğdem'in bedeli hissizleşmek belki, Ergin'i aldatmakla sevgiyi aynı kefeye koymak zor.

Medeni Bey'den girip diğer karakterlerden çıkıyoruz, bu esnada beyefendinin geçmişi sorgulanıyor elbette. Kimdir, hastanede tutulmalı mıdır, hayatıyla ilgili verdiği bilgiler doğru mudur, bunun sorgulanması esnasında yapboz yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Karıncalara karşı verilen bir mücadele, Medeni Bey'in tekilleşmeyle birlikte başlattığı savaş, şiddetini doktorların araştırmalarıyla yavaş yavaş kaybedecek ve obua sanatçısı adamın, Aysel'in ve diğerlerinin gizemi çözülecek. Alınan gırtlak, obua, Medeni ve diğer şeyler yapılarını kaybedecek ve adamımız bir sabah hastaneden kaçacak. Çiğdem sonsuz kurtuluşa güneşin ışıklarının meleğe benzettiği Ergin'le erişecek, onlar erişecek muradına, bize tekilleşme kalacak. Yalnızlık değil, ölüm değil, içe doğru bir büyüme. Sessizlik. Daha doğrusu yaratılışı içeren tek bir notaya, tek bir noktaya dönüşüm.

Erhan Bener iyi. Bat for Lashes da iyi.

6 Şubat 2015 Cuma

Iain Banks - Rock Laneti

Tamam, lisedeki arkadaşlarla bir derdim olmadığı için sıkıntılı yıllara dönebilirim.

Natalia kitabı verdiğinde sıkı metalcilik bizim işimizdi. Posterler, kasetler, CD'ler, oho. Onulmaz acılar, kızgınlıklar içindeymişiz gibi dolanmalar falan. Neymiş bu diye aldım kitabı, şöyle bir baktım. Led Zep kadar meşhur bir grupta gitar çalan bir adamın hikâyesi olduğunu gördüm, o dünyayı tanımak için okudum. Mevzunun bambaşka bir şey çıkması bir yana, şöyle okkalı bir tokat yer gibi olmuştum o zamanlar. Tekrar okudum, birkaç kez okudum da doyamadım. Sonra çok yakın bir arkadaşıma verdim kitabı, o arkadaşla iletişim kesildi ve kitap aklımdan çıktı. Geçenlerde Sezin hediye etti sonra, kitabı okuyalı 10 yıl falan olmuştu. Heyecanlandım, korktum. Eski dostlarla görüşmeden önce bir korku olur ya, ne kadar değiştik, ne kadar büyüdük falan gibi şeyler. Aynen öyle oldu. Sonuç olarak oldukça büyümüşüz, evet.

Daniel Weir, son derece sıradan bir adam olmasının yanında müzikal yeteneği sağlam bir kardeşimizdir. Alt sınıfın gençleri ne yaparsa onu yapar başta; geçici işlerde çalışır, mastürbasyon yapar, sivilcelerini patlatır ve bunun gibi şeyler. Baba şiddetinin travmasını atlatmış gibi görünür, sol görüşlüdür ve gettolardan kurtulmanın tek yolunu müzikte arar, bu yüzden semtin zengin çocuklarının grubuna sakız olmaya çalışır. Frozen Gold'un bir konserini izler ve konserden sonra elemanların yanına gider, bütün sakarlığı ve pervasızlığıyla bestelerini paylaşmayı çok istediğini, grupta bir ışık olduğunu ve bestelerinin yardımıyla çok daha başarılı işler yapacaklarını söyler. Elemanlar burun kıvırır gibi olur ama bestelere bakarlar ve gerçekten Weird'ın yetenekli bir adam olduğunu görürler. Grubun bas gitaristi akademisyenlik için gruptan ayrılır ve Weird, iki alışveriş poşetine yerleştirdiği eski bas gitarıyla birlikte gruba dahil olur. Konserler, çılgınlıklar, müzik endüstrisi, rockstar yaşamı, aşk, facialar derken nefis bir roman. Kabaca böyle. İncesi bambaşka bir şey.

İki gün önce intihar etmeye karar vermiş bir Weird'la başlarız romana. Yapamaz, anılarla doludur ve ne olursa olsun merak duygusu ağır basar, neler olacağını görmek ister. Trenin saatini beklemektedir, yolculuğun detayları hakkında okurun hiçbir bilgisi yoktur o zamana kadar, sonlara doğru mevzuyu öğreniriz ama öncesinde Weird'ın hikâyesini dinleriz. Grupla tanışma falan, elemanlar. Çılgın Davey. Adonis. Les Paul'üyle bir tanrı gibidir. Melodiler gitardan ırmak gibi akar. Christine Brice, okulda Weird'ın bir dönem üstü. Davey'yle müthiş bir ikili, tanrıça gibi bir kız. Teknoloji manyağı bir klavyeci, bir de davulcu var. Davulcu normal bir adamdı galiba. Neyse.

Grubun elemanlarıyla tanıştıktan sonra Weird'ın günceline döneriz, St. Jute adlı bir kilisede yaşamaktadır ve alt sınıftan iki arkadaşı vardır, onlarla görüşür. Biri işçi sınıfından, komünist bir İskoç. Diğeri 18 yaşındakiler ne yapıyorsa -uyuşturucu kullanmak, sevişmek, aylaklık vs.- onu yapan bir genç. Zenginlik içinde yüzen bir adamın bildiği hayatı sürdürmesini sağlayan kişiler. Gerçek bir arkadaşlık. Weird, otuzlarında inzivaya çekilmiş bir adamdır ve yaşadığı yerde onu kimse tanımaz. Stüdyosunda film, reklam müziği yapar, içer ve hatırlar. Zamanı böyle geçer. En büyük problemi, kiliseye girip sağa sola sıçan güvercinlerdir. Bir de hayatıyla ne yapacağı var tabii. Parasıyla değil, parasının miktarını bile bilmez. Cebindeki plastik kartlardan fazlası değildir para.

Grup oldukça ünlenir ve turnelere çıkarlar. Inez'le birlikte mutludur Weird, Dave'le Inez'i yakalayana kadar. Christine'le kısa süreli ilişkisi olur. Ya buraları katletmeyeyim ben, anlatıcıdan duymanız lazım

Davey, Weird'ın bulduğu ve gerçekleştirilmesi konusunda ısrar ettiği bir sahne şovunda işlerin ters gitmesiyle elektrik akımına kapılır ve ölür. Weird için sayı. Christine, Davey öldükten sonra solo albümler çıkarır ve müzik yaşamına devam eder. Yıllar önce Frozen Gold için Weird'ın bulduğu bir sahne şovunu gerçekleştirir, fanatik dindarlar tarafından kurşunlanarak öldürülür. Weird için ikinci sayı. St. Jute'a gelip Weird'a müziğe devam etmesini söyleyen menajeri anlatır Christine'in başına gelenleri. Weird, gruba katılmadan önce şehirden kaçmayı düşünürken yine aynı durumda bulur kendini, bu sefer geçmişindeki aşkına gidecektir. Kız gerçekten iyidir, güzeldir ama Weird'ın şaşkınlığı -şapşallığı da diyebiliriz- aralarındaki ilişkiyi zayıflatır ve ayrılırlar. Zaman içinde ara ara görüşürler, kız evlenir, çocuğu olur falan. Weird en sonunda her şeyi göze alır ve trene atlayıp kızın yaşadığı kasabaya gider. Mutlu sonla biter mevzu. Güzel. Metnin başında tren saatinin anlamını da böylece öğrenmiş oluruz.

Bir de iki Weird'ın birleştiği nokta var. Şu İskoç kavgacı bir tiptir, lüks bir barda kavga çıkartır ve her şey parçalanır, kırılır. Goril korumalar ortaya çıkıp ağız burun düzeltecekken Weird yalvar yakar kendini dinletir, kartlarından birini mekan sahibine verir ve kimliğini söyler. İskoç şaşkınlığa düşer, zenginlere, sömürüye beraber sövdüğü adamın kim olduğunu öğrenir haliyle falan. Mekan sahibi, Weird'ın kartıyla mekanı rahatlıkla satın alabileceğini söyleyerek tüy diker. Haha, bir de Weird'ın kafasını yardığı korumalardan biri Frozen Gold hayranı çıkar, yanındaki albümleri imzalatır falan.

Pek de bir şey anlatamadım ama müziğe yakından uzaktan ilgisi olan herkesin okumasını isterim. Iain Banks'in, adıyla soyadının ortasına "M" koyarak çıkardığı kitaplardan çok farklı, çok hoş bir şey.

Ek: Wikipedia'dan öğrendiğimize göre Frozen Gold, Fleetwood Mac ve Pink Floyd izleri taşıyormuş. Bir de Weird'ı yaratırken Fish'ten etkilenmiş Banks. Valla Fish'i, Marillion'ı çok severim, mutlu oldum.

Bugün Govan, Minnemann içeren bir Steven Wilson paylaşmak istedim, bir ara hayatımın fon müziğiydi.

3 Şubat 2015 Salı

Yamuk Bakan Öyküler

Eskiden sahaflara, eskicilere giderdim. İşe girdiğimden beri internetten hallediyorum mevzuyu. Yayınevlerini takip etmeye başladım. Neler basılıyor, yeni ne var gibi. MonoKL'u öyle buldum.

http://www.monokl.net/site/

Çok güzel işler yapıyorlar, takip edeceğim. Başka Dünyalar serisinde Machen bastılar ki çok sevindim ve hemen aldım, R. E. Howard bastılar, bir de bunu bastılar galiba. Lord Dunsany, Clark Ashton Smith falan basarlarsa ne güzel olur.

Dört öykü var, seçki. Üçünü okumuşsunuzdur bir yerlerde. Üçü BK, diğeri Sherlock Holmes. Neden böyle bir şey, bence Žižek. Yayınevinin Žižek'e duyduğu ilgi. Konferans için davet etmişler falan. Žižek her bir öykü için bir cümlelik açıklama yapmış, arka kapakta bulabilirsiniz onları. Tematik bir mevzu da var işin içinde; Yamuk Bakan Öyküler aslında gerçekliğin yorumlanışı üzerine eğilen dört öyküyü içerdiği için belli bir konseptte oluşturulmuş bir kitap. Dolayısıyla öykülerin janrı -ulan hep bunu yazmak istemişimdir- değil de içerikleri açısından. Olunca yani bir mantıklı geldi.

Dünyalar Deposu: Robert Sheckley'nin. Distopik bir ortamda, dünya boku yemişken bir iğne yardımıyla çok istenen bir hayatı yaşamak. Sonsuz ihtimaller arasında bilinçaltının yönlendirdiğine gitmek, kişinin kendini ne kadar tanıdığıyla ilgili olarak şaşırtıcı sonuçlara yol açabiliyor, ölümü isteyen çıkabiliyormuş mesela. Geçici bir süreç bu istenilen yere gitmek, bir de karakterin 10 yıllık birikimine mal olacak kadar pahalı. Neyse, beyimiz geçmişe dönüp ailesiyle birlikte mutlu mesut yaşıyor bir yıl boyunca. Uyandığı zaman doğruca sığınağa gitmek zorunda. Gayger sayacının uyarılarıyla, bir zamanlar insan eti ve kemiği olan beyaz zeminin üzerinde. Žižek'in yorumu: "Özne ancak fantazi yoluyla arzulayan özne olarak kurulur."

Şakacı: Asimov'un. Fıkraların kaynağını bulmak, Meyerhof için bir takıntı haline gelir. Süper bilgisayar Multivac'in yardımıyla gizlice cevabı arar ve uzaylılar için esprilerin, fıkraların falan bir deney olduğu sonucuna varır. Bilgiye eriştiği anda deney sona erer, insanların mizah duyguları kaybolur. Žižek'in yorumu: "Başkasının Başkası tam da paranoyanın Başkası'dır."

Tanrı'nın Dokuz Milyar İsmi: Arthur C. Clarke'ın. Tibet manastırına satılan bir süper bilgisayar, Tanrı'nın bütün isimlerini aramaktadır. İnsan ırkı bu yüzden yaratılmıştır, bütün isimleri bilmek için. Bu gerçekleştiğinde her şey yok olacaktır, fiş çekilecektir yani. Bilgisayarla birlikte Tibet'e giden mühendisler mevzuyu öğrenince bilgisayarı yavaşlatırlar ve kendileri için bir kaçış süresi ayarlarlar. Son an gelince geriye dönüp bakarlar ve yıldızların yavaş yavaş söndüğünü görürler. Žižek'in yorumu: "Dünyanın kendisi, 'gerçeklik' her zaman bir semptomdur."

Kızıl Saçlılar Derneği: Bir gerçekliğin ardından bir başkasının ortaya çıkarılması, tipik bir Holmes öyküsü. Žižek'in yorumu: "Yanlış çözüm yapısal bir zorunluluktur... doğrudan doğruya hakikate çıkan bir yol yoktur."

Güzel, alınabilir, hediye edilebilir.

2 Şubat 2015 Pazartesi

Stephen King - O

Tam metinle kuş haline getirileni karşılaştıracağım, 22/11/63'ten bir iki şey çorlayacağım, bir de mevzuyu anlatırım biraz, tamam.

Kallavi olanı 1200 sayfa, geçen ay çıktı. Bizim bildiğimiz 400 sayfaydı. Bazı bölümler direkt kesilmiş, bazıları daraltılmış. Yan hikâyeler yok mesela, Derry'nin yakın tarihinde yaşanan bazı facialar var, onlar minikte yoktu. Derry'ye kimlik kazandıran asıl mevzuların eksikliği büyük kayıp aslında, Bir de bazı bölümlerin minikte yer alıp almadığını hatırlayamadım, bakmaya da üşendim şimdi. O'nun Derry'ye gelişi mesela, bir kızılderili ayini yardımıyla ortaya çıkıyordu bu. Bu mevzu minikte olmayabilir, olabilir, bilemiyorum. Tembel bir insanım, anlatayım da. Fark etmez. Kapak resmi de şık olmuş bence. Korktum.

Epigraflar eksik bir kere. Seferis'ten, Neil Young'tan alıntılar yapılmış ve onlarsız eksik bir hikâye çıkıyor ortaya. Sonra Derry'yle ilgili bölümler, okurda fragmanlar halinde ilerlediği duygusunu uyandıran kurguyu genişletiyor. Bu bölümleri kütüphanecimiz, siyah çocuk Mike Hanlon yazıyor. Hanlon'ın günlüğünden bölümler halinde görüyoruz kasabada yaşanan faciaları. Yaşlılarla yapılan sohbetler esnasında öğreniliyor olaylar. Derry'nin, hatta King'in çoğu metninde yer alan kasabaların oluşumunda birçok parça mevcut, yaşlılar da bunlardan biri. King'in yarattığı çok boyutlu mekanlarda binalar, yaşlılar, çocuklar, coğrafya, tarih, hepsi iç içe geçmiş bir durumda. Zamanın sürerliği içinde devinimsiz bir şekilde var olmayı sürdürüyorlar. Adı geçen kişiler arasındaki akrabalığı da buna bağlıyorum biraz; kasabanın duygusunu aktarmada nesiller boyu devam eden bir döngü kuruyor King. O küçük kasaba işte; kimse ayrılmayı başaramayacak, başarabilenler bir süre sonra geri dönecek ve dışarıdan gelenler orayı terk edemeyecek.

Derry'nin felaketleri. Mike'ın babasından öğrendiği Kara Nokta'daki yangın. Beyaz Irk Lejyonu. Derry hakkında bilmediğimiz bir şey, ırk ayrımının dört nala gittiği günlerde beyazların siyahları katletmesi. Will Hanlon asker olduğu zamanlarda kasabalılar tarafından istenmiyor, arkadaşlarıyla birlikte kendilerine ayrılan metruk bir barakayı adam edip orada müzik yapmaya başlıyor. Beyazlar da oraya gelip eğleniyor ve lejyon bir gece yakıyor orayı. Çok sayıda insan ölüyor. Palyaço da orada. İnsanların pek dikkat etmediği bir ayrıntı. Kasaba ruhu bu; kimse dikkat etmeyecek, kimse sormayacak, bilenler susacak. Onca faciaya rağmen haberlerde Derry'nin adı küçük harflerle ya geçecek ya geçmeyecek. Sessizlik perdesinin ardında kalıyor her şey. Mike'ın kasaba tarihi hakkında yaptığı araştırmalarda da bu böyle. Yaratığı alt ettikleri çocukluk dönemlerinden itibaren kaynaklara ve yaşlı insanlara yönelen Mike'ın çıkardığı sonuç, suskunlukların aslında hayaletleri, deliliği ve kabullenişi anlatması. Bir hayaletler şehri Derry. Cinayetler, facialar gündelik yaşama dair sanki.

Başka şey var, gangsterlerin şehri basması. 27 yıllık döngülerden birinde birkaç kişilik gangster tayfası şehre gelir, mermi alıp yola devam etmek isterler. Silah dükkanı sahibi beyefendi bunları tanır, şehirdeki dayılara haber salar ve ertesi gün siparişi hazır edeceğini söyleyerek gangsterleri tuzağa çeker. Ertesi gün herifler -ve bir hanım- iki arabayla civara gelir, çetenin başı bela kokusu alır ve arabayı durdurur. 60 küsur adam ateş açar, katliam gibi bir şey olur. Küçük kasabada sonsuza kadar hatırlanacak bir olay, yaşlılar saatlerce bu olay hakkında konuşabilir. İşin garibi şu ki Mike o gün orada bulunan dayıyla konuşurken dayı, palyaçoyu gördüğünü söyler. Pencerelerden birinden ateş etmektedir, üstelik yere düşmemesinin imkansız olduğu bir şekilde sarkarken. Gölgesi de yoktur.

Patlama var bir de, fabrikanın havaya uçması. Derry'nin bir parçası bu olaylar, herkes başını çevirip yoluna gidebilir çünkü burası Derry. Deliliğin solunabildiği yegane yer.

Coğrafya dedik. Minikte var mıydı hatırlamıyorum, tam metinde Derry sayfalar boyunca anlatılıyor. Çorak Topraklar, Kenduskeag, kasabanın mimarisi falan. Harita falan da eklenebilirmiş aslında kubbeli kitapta olduğu gibi.

Minikte Bill'in kardeşi George vardı hani, gemisini yüzdürürken ölen çocuk. Tam metin, Bill hasta yatarken George'a gemi yaptığı kısımları da içeriyor. Anne piyano çalarken George'un bodruma inmesi, parafin araması, bodrumun karanlığından korkması, Bill'le olan sevgi dolu ve hırçın ilişkisi falan hep var. Mesela O, Bill'e saldırırken kardeş üzerinden yürüyordu, hani ölümüne yol açması falan. Bence minikte o bölüm tam kurulamamıştı, Bill'in kardeşiyle olan ilişkisine direkt şahit olmuyorduk mesela. Bunda tamam o iş.

1985'te Mike'ın herkesi sırayla aradığı bölümler vardı ya, çok geniş. Karakterleri kurdukları hayatların içinde görüyoruz, daha ayrıntılı bir şekilde. Böylece okurun girdiği hipnoz uzuyor, telefonun gelmesiyle birlikte tam bir uyanış gerçekleşiyor. Mike'ın arama kararını aldığını anlattığı bölümler de pek hoş, aslında anlatım teknikleri açısından çok başarılı bir metin bence. Konudan konuya atladım ama şimdi yazmazsam unuturum belki. İki çeviriyi karşılaştırdım da, tam metnin çevirisinde 1958'de ve 1985'te karakterlerin verdikleri mücadelelerin eş zamanlı anlatımında büyük bir fark var. Bu eş zamanlılık, ara başlıklar vasıtasıyla ayrılan bölümler üzerinden sürdürülüyor ve bu ara bölümler 1958-1985 arasında birbirini takip ediyor. Mevzu burada başlıyor; tam metinde bir bölümün sonundaki cümle bitirilmemiş, diğer bölümün başından devam ediyor ama cümlenin öznesi-nesnesi değişiyor, yıl-kişi-olay değiştiği için. Güzel bir teknik bence. Miniğin çevirisinde cümleler tamamlanmış ve bölümler müstakil hale getirilmiş. Çeviri farkı da olmayabilir gerçi, edisyondan kaynaklanmış olabilir. Lafı açılmışken çeviri farkı vereyim bir tane, merak ettim de açtım şimdi. Tam metnin çevirmeni Oya Alpar.

"Yanına sadece çocuk kıyafetleri aldığını, çok geç olana dek fark etmeyecekti." (s. 84)

Miniğin çevirmeni Gönül Suveren.

"Hep çocuklara yakışacak kılıkları almış olduğunu ancak daha sonra farkedecekti." (s. 42)

Bu da orijinali: "It would not occur to him until later that he had taken nothing but kid-clothes." (s. 37)

Höh.

Telefonlar geldikten sonra karakterlerde belli bir yüzleşme korkusu açığa çıkıyor, Stan'in atlatamadığı bir korku. Ben için çocukken öğrenilen bir ders: Sahip olduklarının bedelini ödemen gerekir. Bu bedel Derry'de. Bev için ev, karanlıkta saklanan şeyle en sonunda yüzleşilen yer. Derry, çocuklarını çağırıyor. Mike, herkesin geri dönmeyi kabul etmeyeceğini düşünüyor ama verilen söz hatırlandığında herkes işini bırakıp apar topar dönüyor. Stan hariç. Bill, Mike'la konuştuktan sonra yirmi yedi yıl önce verilen sözü, Stan'in kırık şişeyle bileğini keser gibi yapıp gülmesini hatırlıyor. Belki o zaman değil ama yirmi yedi yıl sonra mantık abidesi Stan, gerçekten de bileklerini kesip intihar edecek. Belki de en gölgede kalmış adamımız Stan, grubun en dışındaki çocuk. İntiharını çocukluğunda bulabiliyoruz. O'yla ilk yüzleşmesinde ve sonraki karşılaşmalarda tek bir şeyi düşünecek,  olanların mantıklı olmadığını. Ölüm korkunç değil, ussallaştırılamayan "pislikler" korkunç. Stan bu yüzden öldürüyor kendini, algılayamadığı bir dünyaya tekrar girmemek için.

Magazinsel bir mevzuyla kapatacağım. Ellerini kesip el ele tutuşuyorlardı ya bir daha bu olaylar tekrarlanırsa geri dönmek için, öncesi var. Hani Bill yaratığı öldürdüğünü düşünüyor da peşinden gitmiyorlar ya, sonrasında kanalizasyondan çıkmadan önce Bev'in sırayla herkesle ilişkiye girdiğini biliyor muydunuz? Aralarındaki bağı kuvvetlendirmek için. Vay başımıza gelen!

Kara Kule'de O ve kaplumbağayla ilgili şeyler var, Dreamcatcher'da da vardı, şu duvarda yazan yazı. Ben 22/11/63'ü diyeceğim. Oradaki adamımız 1958'de, çocuklar yaratığı yaraladıktan az sonra Derry'ye gelir. Kasabadan daha ilk anda hoşlanmaz, çok kötü bir şeylerin döndüğünü anlar ve yerlilerden birkaçıyla konuşur, fikirleri kuvvetlenir. Sonra Bev ve Richie'yle karşılaşır. O çocukları tanıyoruz, kısa bir süre önce uzaydan gelen ve çağlar boyunca gizlenmiş bir kötülüğü fena yaraladılar. Tabii oradaki adamımız tanımıyor, biz de bu ikisinin bir yabancıyla konuşmaları sırasında, dışarıdan bir gözle neler hissettiklerini izliyoruz. Palyaço lafı geçince yerlerinden sıçrıyorlar mesela. Çok güzel.

Mevzuyu anlatmadım aslında, kalsın böyle. Tam metni okuyun tam metni. Olay bunda.

Günler sonra gelen not: Bu Henry Bowers ve şürekasına tünellerde ne olduğu minikte vardı diye hatırlıyorum, tam metinde yok. Bowers'ın cinayetleri üstlenmesi var, kanalizasyonda iki arkadaşını nasıl kaybettiği yok galiba.

Bir de minik ayrıntı. Bill veya Ben, ikisinden biri kasabaya döndüğünde taksiye biniyor. Taksiciyle sohbet ederken radyoda çok tehlikeli bir akıl hastasının hastaneden kaçtığı söyleniyor. O günün gecesinde Mike, Henry'yle karşılaştığında iki gündür haberleri dinlemediğini düşünüyor. Aslında dinliyorlar, bir şekilde duyuyorlar ama Derry bilginin aktarımını veya medyayı bir şekilde engelliyor yine.

Bunlar da Anathema'nın yıllar sonra Türkiye'ye gelmesi şerefine. Duncan Patterson'ı tekrar görmek isterdi bu gözler ama kısmet.