30 Eylül 2016 Cuma

Ransom Riggs - Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları

İthaki'den birkaç yıldır memnun değilim. 2000'lerin başından, liseye yeni başladığım zamanlardan beri takip ederim, 2010'a kadar falan çıkardıkları bütün kitapları -birkaç fire vermişimdir, kitaplarımı geri getirmeyen dostlara sinkaflı merhaba- almışımdır ama artık hararetli bir şekilde takip etmeyeceğim. BK serisini kaçırmam, o da güncel yayın politikalarını değerlendirdiğimde yeterli. Yani kusura bakmayın, Neal Stephenson, Iain Banks gibi eserleri çevrilmeyi bekleyen seksen tane adam varken, bir kere basıldığı için fahiş fiyatlara satılan kitapları varken İthaki'nin piyasaya oynamasını beğenmiyorum, parlata parlata bir hal oldukları kitapları sevmiyorum. Marslı'da azıcık isyan etmiştim ama bu kitap son damla oldu. Keşke şirketin ikinci yayınevinden falan çıksaymış, oraya yakışan bir çoksatar.

Yenilik arıyorum, heyecanlandıracak bir kurgu arıyorum, orijinal karakter arıyorum, bulamıyorum. Aynı yayınevinden çıkan Kralkatili Güncesi -son kitabı bitirsene gebeş Rothfuss!- aksayan yanlarına rağmen gerçekten nefes kesiciydi, Kvothe gibi fantastik alemlerin zaman zaman efendi, zaman zaman uçarı çocuğundan Peter Camenzind tadı almıştım. Karakter iyi kurulmuştu; motivasyon kaynaklarına onlarca sayfa ayrılmıştı. Kısacası fantastik bildungsroman örneklerinin en iyilerinden biriydi. Bu romanda Jacob Portman nam çocuğumuz için pek iyi şeyler söyleyemeyeceğim. Kurulamamış bir karakter diyorum ve burayı dağıtıyorum.

Farklı alemlere yolculuk yapan gençleri düşünüyorum, aklıma ilk gelen Johnny. Pratchett'ın çocuğunun aileyle ilişkisi kurgu dersi gibiydi; bir türlü boşanamayan anne-babadan kaçış ve doğaüstü meselelere yöneliş birbirini oldukça sıkı bir şekilde destekliyordu. Jacob'ta mevzu sallantılı. Anne tarafının marketler zinciri var, çocuk burada çalışmak zorunda bırakılıyor. Anneye göre dünyada keşfedilmemiş hiçbir şey kalmamış. The Jacob Show olmuş bu; Truman'ın kurgusal gerçekliğinin replikası. Baba, eşinin zenginliği sayesinde bir işin ucundan tutmamış, kuş gözlemciliği falan yapıp babasına olan kırgınlığını her an yaşatan bir adam. Servet düşmanlığına eyvallah da bu para-ruhsuz dünya ilişkisi oldukça sakil. Hikâyenin esas adamlarından biri olan Abraham Portman, Jacob'ın dedesi, baştan atılmaya çalışılan, hikâyesine inanılmayan adam olmaktan öteye gidemiyor. Belki sonraki kitaplarda derinlemesine işlenmiştir, okumadan bilemem ama elimdeki ikinci ve üçüncü kitapları okur muyum bilemiyorum, zaman kaybı olacak gibi geliyor.

Ben hikâyeyi anlatayım, eleştiriler sonraya kalsın.

Dedenin anlattığı garip çocuklarla ilgili hikâyeler var, Jacob bu hikâyelere inanarak büyüyor ama başkalarıyla paylaştığı anda hayatı tepetaklak oluyor. Süper yeteneklere sahip çocuklardan bahsetmek, normal yaşamın normu tarafından bertaraf edilir, anormal bir durum yok. Sonrasında Jacob dedesinin anlattıklarını sorgulamaya başlar, annesiyle babasının adamı huzur evine yatırma planlarını öğrenir ve ne yapacağını bilemez hale gelir. Saldırı gerçekleşene kadar muallakta kalır.

Dedesinden gelen yardım telefonunun ardından adamcağızın evine gelir ve bahçede dedesinin cesedini bulur, az ilerideki ormanlık alanda kendisini dikizleyen gözleri gördüğünde aklını kaybedecek gibi olur, yanındaki serseri arkadaşı canavar falan görmediğini söyler ve çocuğumuz psikoloğa yollanır. Psikolog hemen bir tanı koyar, stresli akutlu sendrom. Jacob, dedesinden ne duyduysa olduğu gibi psikoloğa anlatır, pek bir yardımı dokunmaz bunun.

Dedenin hikâyesi: Adam Polonya doğumlu ve 12 yaşındayken Galler'deki bir yetimhaneye gönderiliyor. Peregrine'in mekanı. Orada tuhaf çocuklar var, kimi uçuyor, kimi çok kuvvetli, kimi ateşe hükmedebiliyor, bilmem ne. Geri kalanı için Harry Potter'daki dünyayı alıp buraya uyarlayın, aynı şey. Neyse, çocuğumuz II. Dünya Savaşı çıkınca yetimhaneden ayrılıp savaşa katılıyor ve sonrasında ABD'ye göçüyor. Yetimhanede aşk yaşadığı Emma için yıkım oluyor bu, mektuplaşıyorlar ama Abraham giderek daha az mektup yollamaya başlıyor, son mektupta kızıyla çekilmiş bir fotoğraf yolluyor ve olay bitiyor. Yetimhanede kalanlar hiç büyümüyor, Abraham yaşlanıyor, böyle şeyler.

Psikolog, Jacob'ın yarattığı hayali dünyayı yıkabilmek için köklere yapılacak bir seyahati salık veriyor; çocuk babasıyla birlikte Galler'e gidiyor, yetimhaneyi arıyor, buluyor falan. Sonra bu canavarlar ortaya çıkıyor. Gerisi klasik şeyler.

Eleştirilere geçiyorum.

1) Dedesinin evine giden Jacob, yolda bembeyaz gözlü bir bahçıvan görüyor ve kör deyip geçiyor, üstelik şaşırıyor dedem bu adamdan neden hiç bahsetmedi diye.

Allah Allah, acaba neden? Yani ya kitap bizde yanlışlıkla çocuk kitabı olarak pazarlanmadı, ya da okurun zekâsına hakaret ediliyor resmen. Anlatıda örüntü keşfediliyorsa bunu okurun zekâsının süperliğine değil, yazarın beceriksizliğine veriyorum.

Elde var bir.

Psikolog kardeşimiz bakalım ne olacak diye düşünerek adamları Galler'e gönderiyor. Psikolog değilim ve delicesine ahkam kesesim var; denetiminde olan bir çocuğu aklı beş karış havada olan babasıyla birlikte muhtemelen yıkık, virane haldeki bir yeri keşfetmeye gönderiyorsun, öyle mi? Yüzleştirme iyi bir yöntem olabilir ama burada yüzleştirme yok, bilinmeze gönderme var. Yani sende bir yamuk var psikolog, ama daha çok yazarda bir yamuk var.

Elde var iki.

Babayla oğul, yapılaşmanın çok uzağından geçen bir yerde, eski bir binada kalıyorlar. Meskenin nüfusu 200 falan, çok küçük bir yer zaten, kuş uçmaz kervan geçmez bir yer. Sonra bir diğer kuş gözlemcisi ortaya çıkıyor. Gizemli bir adam, ne idüğü belirsiz. Gerçekten çok gizemli, kim ki acaba? İyi biri olsa gerek.

Elde var üç.

Daha ilk adamdan alarma geçtim ve diğer ikisini bulmak hiç zor olmadı haliyle. Hele psikoloğun ortaya çıktığı an çocuğumuzun şaşkınlıktan küçük dilini yutma anı vardı, çok güldüm. Karakter için belki sürpriz ama Bay Ransom Riggs, kitabınızı o karakter yaşasın diye yazmıyorsunuz, okur için yazıyorsunuz. Olmamış.

2) Baba karakteri. Adam babasıyla oğlunun yakınlığına haset duyuyor ama bilinen mevzu; süper kahramanın halinden süper kahraman anlar. Harry Potter'da Harry'nin annesiyle teyzesi arasındaki meseleyi hatırlayın. Severus Snape'in ortaya çıktığı an.

Baba kırkyama bir karakter, çiğ.

3) Zygmunt Bauman'ın Akışkan Aşk nam kitabında kitle iletişim araçlarının, özellikle cep telefonlarının sosyal yaşam üzerindeki etkileri anlatılırken faydalarının yanında zararlarına da değinilir. Bauman için ilişkiler üzerinde her an değişim yapabilmek pek iyi değil. Eh, benim için de. Bir nebze uzak kalmak, kalabilmek çok önemli. Dünyanın genişletilmesi sağlıklı, doğal yollarla olmalı. Teknolojik gereçler pek iyi değil bu açıdan. Teknoloji düşmanı değilim, yine de çoğu alanda olduğu gibi bunda da amacından şaşıyor mevzu. Kurgusal bir metinde bağlamdan kopuk kullanım olayı rezil rüsva ediyor.

Diyeceğim şu ki Jacob kardeşimiz son derece gotik bir mekanda, yetimhanenin yıkıntıları arasında gezinirken şak diye cep telefonunu çıkartıp etrafı görmeye çalışıyor. Bilemiyorum, belki benim problemimdir ama açıkçası Poe'nun veba dostu odaya girdiğinde, "Birader bizim ilacımız var, bize sökmezsin," deyip masaya bir şişe hap koyan zıpçıktı bir karakter hayal ediyorum ve aynı sıkıntıyı hissediyorum. Cep telefonu uzamı kesinlikle bozuyor, okuru büyülü dünyadan çıkarıp poke topu atmaya, şeker patlatmaya meylettiriyor.

Karanlığı kırmak için cep telefonu ekranı kullanmak ne ya? Farklı zaman dilimindeyken babana telefonla ulaşmaya çalışsaydın bir de.

"Sonra küçük bir zekâ pırıltısıyla en yakın baz kulesinden en az on beş kilometre ötede olmama rağmen cebimdeki telefonun menü ekranına bir şeyler tuşlayarak önümü biraz olsun görebileceğimi fark ettim." (s. 129)

Arkadaşımız zekâlı ama kaportacı olmak istiyor, yoksa iyi bir mühendis olabilirdi, zira baz istasyonu olmadan telefonun çalışmayacağını(!) herkes bilebilir. Jacob beş yaşında, arkadaşları ona Oppenheim diyor.

Mevzu daha çok su yürütür de bu kadar yeter.

4) Çeviri hatası olabilir, orijinal metinle karşılaştırmak lazım gerçi de ben söyleyeyim: İnsan başlı atın eli olabileceğini sanmıyorum. Yani başı insan, gerisi at. Atın eli olmuyor, mutasyonla yeni bir tür ortaya çıkardıysanız o başka. Mevzu sayfa 167'de.

5) Tarihi gerçeklere mevzu yedirmece. Bayat bir iş, hakkıyla yapılmayınca sırıtıyor. Cadı Avı zamanlarında bu tuhaf kardeşlerimizin öldürülmesi, romanın kötü adamlarının yaptığı deneyin sonucu olan patlamayla Sibirya'daki Tunguska Olayı'nın eşleştirilmesi... Meeh, von Daniken şarlatanı çoktan yaptı bunun kralını, hoş değil.

Bu işte en başarılı adamlardan biri olarak Gaiman'ı görüyorum; zerre kılçık bırakmadan yedirir yahut bildiğimiz dünyadan tamamen soyutlar öbürlerini.

6) Jacob'ın mevzuya bir türlü girememesi. Çocuğun dedesi öldürülmüş, mekana gidip elemanları bulunca olayı anlatsana direkt! Yok, kitabın sonlarına doğru söylüyor her şeyi. Saçma. Ha, dedesinin eski sevgilisi Emma'yla kırıştırmaktan aklı karışmış olabilir tabii. Bu kadar abuk bir şey çok az görmüşümdür. Araya ergen aşkı sıkıştırmasalar kitap satmaz, mantık belli. Saçma olayların yanında gereksiz ilişkiler kitabı şişirmiş, örneğin başta Ricky diye bir kabadayı var. Adamın canavarı görmemesi dışında başkaca bir rolü yok, Jacob'ın dünyasını anlamamızda yardımı dokunsa da gereğinden çok yer kaplıyor. Lüzumsuz.

7) Esinlenmeler... Tuhaf çocukların sirk olayı Heinlein'ın Yaban Diyarlardaki Yabancı'sında var. Mağaradan, çukurdan vs. başka alemlere geçmeler Lovecraft'tan Gaiman'a birçok yazarda var. Zaman döngüleri olayı keza. II. Dünya Savaşı'nda çocuk karakterlerin bombalardan kaçınması benzer bir şekilde Terry Pratchett'ta var. Fotoğrafların övülecek tek yanı konuya müthiş bir uyum sağlaması. Onun dışında yeni bir şey değil; aklıma gelen ilk örnek bizden Özen Yula. Dışarıda daha fazladır.

Yenilikçi olmasa da parlak bir fikir olarak Enoch adlı çocuğu gösterebilirim. Bayan Peregrine, zaman döngüleri yaratıp tuhafların ölmesini engelleyebiliyor ama her ütopyada olduğu gibi burada da bir sıkıntı var; Peter Pan misali yaşayan çocukların mutlak iyilikten delirmelerine ramak kalmış. Bu yüzden bazıları köye baskın yapıp insanları yaralıyor, hayvanları öldürüyor falan. Bayan Peregrine'in haberi nasıl olmaz, anlaşılır gibi değil. Mutlaka vardır, buna göz yumuyor olabilir. Her şey görüldüğü kadar süper değil yani.

Eh, diğer iki kitabı yakın bir zamanda okuyacağımı sanmıyorum. Kafamı dağıtayım derseniz alıp okuyun, fazlasını beklemeyin. Hatta kafa dağıtmak için televizyon izleyin, paranız cebinizde kalır. Tim Burton'a da teessüf ettim, her hıyarım var diyene tuzlukla koşarsan itibarın giderek düşer. Edward Scissorhands kessin saçını sakalını senin.

4 yorum:

  1. Kitapla ilgili hep olumlu yorumlar okudum, Tim Burton da filmini çekiyormuş falan, öyle şeyler duydum. Muhakkak bir yerden bulup buluşturup okumalıyım diyordum ama para vermeye de kıyamadım, iyi ki kıyamamışım galiba. Neyse iyiden iyiye meraklandım, birilerinden bulur öyle okurum artık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya sorma, şaşaasına kapılıp üç kitabı birden aldım ama cık... Diğer ikisini de okurum ama sıralamada oldukça geriye kaydılar.

      Etrafında alan vardır mutlaka, o şekilde bir bakarsın.

      Alacakaranlık'la bir tutuyorum bunu. Zamanı daha iyi kullanmak lazım, okunacak çok kitap var.

      Sil
    2. Tamamen gömmüş gibi oldum. Aşırı kötü değil tabii ama nasıl diyeyim, gerek yok.

      Sil
  2. Okudum okudum hepsini okudum 😄. Valla güldürdü, eğlenceli anlatım olmuş. Ve sonunda bu kitabı benim gibi beğenmeyen birini buldum 😄. Ben de okunulmayası kitap olarak paylaşmıştım 😄 Ama ben Burton'dan ümitliyim, olacak olacak 😄 Gaiman konusunda çok haklısınız, misal "Yolun Sonundaki Okyanus".

    Ben bu kitabı bitirmek için okudum, ha yok birileri der valla oku bak harika, ilk kitapla alakası yok, şöyle denk gelirse bir bakarım😂😂 Sevgiler.

    YanıtlaSil