13 Mayıs 2017 Cumartesi

Thomas Bernhard - Amras • Watten

Mantık kendinin sınırı, hakkında susulan öbür tarafta kalanlar, susmayı paylaşamayan üç arkadaşın üçü de kendi aralarında bir kelimeydi, harflerle sınırlı, birbirimize baktığımızda bir anlamımız vardı, yani yeterince köşemiz vardı, köşelerimiz sayılabilirdi, belirliydik, anlamlıydık ki bu eskiyebilirdik demek, sustuğumuz için kendimize eskimezdik, birbirimize karşı her zaman kelimelerimiz vardı ve söylenirdik, adlarımızı bilirdik, bu da asla yalnız kalamayacağımız, asla bilinmez kalamayacağımız anlamına gelirdi, o yıllar için bu böyleydi ve baktığımda yıllar için hiçbir kelime bulamadığımı görüp seviniyorum; belki birbirimiz için bilinirdik ama zamanı çoktan duyulmuş ve kaybedilmiş bir duygu gibi, bir şarkıdan doğan duyulmuş ve kaybedilmiş duygu gibi temizlerdik, aynı soruya farklı cevaplar, aynı kapıya farklı çıkışlar bulduğumuz gibi temizlerdik ki geriye yeterince büyük bir çukur kalsın, tam şurada, elimin altında durmadan sızlayan, karşı olduğumuz her şeyin içine açılan kara dip bir çukurdur ve odayla kitabın, insanla zamanın bir olduğu hapiste nasıl da görünür, parıltısı nasıl da boğar ışığı, işte bu dipte Amras'ı okuyup arkadaşlarımı hatırladım, saygıdeğer beyefendi ve sayın hanım, ilkiyle ara sıra mektuplaşırdık, ikincisine aşıktık ama aşkı mekana kazıdıktan sonra gözümün onu görmemeye, kulaklarımız duymamaya, ruhumuz yokluğunu bağırmaya başladı, bir ana, bir zamana kazıdık ve mantık bunu belleyip her şeyi akar gösterdi, geriye -akış olmadığı için- dönemedik, kim dönmüş de aşkları, ölümleri, intiharları ikinciye, üçüncüye yaşamış da yazmaması gerekenleri yazmamış, Bernhard'ın kendisi bile bir domuz, bir köpek, bu yüzden ona takıldım ve iki elimden utandım, dün geceyi unuttum ve yazmadım, yazmayacağım, yazamam, öyküleştiremem, şiire dökemem, düşünüp biçimini bozamam, hatırlayıp başka anlarla karıştıramam, bunu Bernhard'ın nasıl yaptığını, anlattığını düşünürüm, neden onu taklit ettiğimi düşünürüm ki her metnindeki tekrarların farklılığını kapı-farklı çıkış imgesine bağlıyorum; hep başka çıkışlar var ve bu üstesinden gelinebilecek bir şey değildir, öyleyse Viyana'dan, Avusturya'dan nefret etmenin yüz farklı yolunu keşfetmek istiyorum, durmadan Bernhard okuyorum ki kendi tekrarlarımı, kendi taklitçiliğimi bir biçime sokabileyim, Bernhard'ın karakterlerini anlayabileyim, öfkeyi duyabileyim, söz gelimi iki kardeş, yirmilerinin başında, annenin hastalığı ve intiharı yaşamın her bir köşesinde leke olarak görülebiliyor ve dayının iki kardeşi Amras'ta bir kuleye kapatması bir çözüm haline geliyor, hele ki ailecek intihardan kurtulanlar varsa ve kardeşlerden biri anlatıcıysa, tabii bunu psikoloğa açıklamak da gerekiyor ve mektuplar yazılıyor, sayısız mektup yazılıyor, annenin hastalığına sahip kardeş, müzik eğitimi alan intihar ettikten önce ve sonra, zamanın olaylarla bölünmesi hiçbir şeyin olmamasının acısına yeğ, çürümek bile bir bilgelik taşıyor, artık hiçbir şey olmamak isteniyor, acısına rağmen ki kumarbaz babanın onca borcu yüzünden bisikletler bile elden gidiyor, bir kule kalıyor geriye, o kuleyi mezar olarak düşünmek kitaplara hakarettir ki kardeşlerden yaşayanı için her kitap bir tabut gibi, her kitaba gömülünür, ölen kardeş Walter'ın korktuğu bıçağa ölünür, her nesne ve her kurum bir lahittir ve Bernhard'ın enfes nefretinin nesnesidir; kardeşlerin üniversite eğitimlerini incelersek üniversitelerin yoz havasını bir temiz solumak gerekir, kendi eğitimimi de düşününce üniversitelerin sefillikten başka bir şey olmadığını söylüyorum, çocuğunu becermek isteyen babalar gibi görüyorum üniversiteleri, mecazın yanında gerçeğine şahit olduğumu söylüyorum, kitap okumuş aptalların daha az kitap okumuş aptallara daha çok kitap okumalarını söyledikleri bir yer olmanın ötesinde üniversitelerin hiçbir şey yapılmayan, yapılan şeylerin hiçbir öneminin olmadığı yerler olduğunu söylüyorum ve unutuyorum bunu, sonra yine hatırlıyorum ve öfkenin farklı bir yüzüyle karşılaşıyorum, bir duygunun bin yüzü, bunu da dahiliyeciye giden kardeşin aynı katın basamaklarını tekrar tekrar saymasıyla bağdaştırıyorum, aynı sayıda merdiven, sayı aynı, müntehir kardeşin kule tasavvuru, günlüklerindeki, Borges işi bir tekrar, ölümle sonuçlanan tekrarlar, başka bir insan olma ihtimali, ben olmaktan çok ben olmaktan yorulmak, "Do you remember when It didn't used to be so dark / And everything was possible still?"

Watten bir oyun, kağıt oyunu, eldekilerin ne olduğu mimiklerle, jestlerle, personalarla anlatılıyor, personalar kaç duygunun karışımından doğuyor, birinin ölümü hepsinin ölümü mü oluyor, kamyoncuyla doktorun, kağıt tedarikçisi, kağıt tüccarı Siller'ın intiharını ve diğer meseleleri ele aldıkları konuşmalardan bir parça anlayabiliriz bunları, watten oynayanların konuşmaları yani, kişiliklerinden hangileri konuşuyorsa onlar, aldıkları nefesin altında boğulmayanlar, insanlardan nefret etmeyenler, intiharın peşine düşenler ve çıplak ayakla gidilen bir intiharın nedenini inceleyenler, bir daha aynı tayfayla oynanamayacak bir oyunun anısını taşıyor, taşıyacaktır ki gerçekliği bir oyunun içinde yitip gitmiş bir adamın kendi oyunu oynanmaya devam etsin, intihar bir oyun ve gizem olduğu için, gizemin çözülme oyunu olduğu için, bir sonuca ulaşamama oyunu, bir ölümün ardında kalma, altında kalma oyunu, bir gizemin aslında doğası gereği çözülememesinden doğan sıkışık bir andan, diğerlerinin yanında her zaman akılda kalacak bir andan kurtulma oyunu olduğu için sürdürülür, intihar anlık değildir, kendini yok etmek, başkaları için, basılan toprak için yok etmek sonsuza uzar, kapsanan ölümün dolduramadığı boşlukta kalanlar, işte onlar intihar eden için yolculuğun daima süreceğini müjdeler, başkalarına da daima kafa karıştıracak bilinmeyeni.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder