29 Haziran 2017 Perşembe

Arthur Schnitzler - Ölmek

Freud'la dirsek temasının ürünüdür Schnitzler, aynı şey Freud için de geçerlidir belki. "Bilimlerin çerçeve içine aldığı şeyler önce sanatta belirir" dalgası. Yakın arkadaşlar, birbirlerini çok iyi tanıyorlar ve birbirlerinden esinleniyorlar. Ne güzel. Freud'un araştırmaları hakkında yeterli bilgi sahibi olsaydım da elimde Ölmek'le kıyaslayabileceğim bir şeyler olsaydı keşke. Öyle bir durum yok, kitaplardan anlamadığımı en müstesna biçimde göstermeye devam etmeliyim.

Felix çökmüş bir halde Marie'nin yanına geliyor ve kadını kanser edene kadar derdini söylemiyor. Gidecekleri yerler var, güzel anlar yaşanacak ama Felix'in bedeninde bu güzel anları zehirleyecek bir hastalığın izleri bulunduğu için adam kendini kapatıyor, nice ricadan sonra hasta olduğunu ve bir yıllık ömrü kaldığını anlatıyor. Marie Felix'i çok sevdiği için o da Felix'le birlikte ölmek istiyor, en azından başlarda. Roman bir bakıma ölümün kabullenişi sırasındaki aşamaları takip ederek ilerliyor ama dinginlik aşamasına hiçbir zaman ulaşılamıyor, Felix'in ölmekle ilgili sıkıntıları büyük. Hepimizin hissedebileceği gibi.

Ölüm düşüncesi bir ötenin varlığını yok eder, daha fazlasının olmayacağını söyler, bilinen toprakların sonuna bayrağını diker ki bilinmeyenin ötesine yapılacak yolculuğun başka bir bilinçle -belki de bilinçten bağımsız bir şekilde, kim bilir- başlayacağını söyler böylece. Bu düşünceyi unuturuz ve akıl sağlığımızı böyle koruruz; bir savunma mekanizması olarak unutmak, işini iyi yapar ve yaşamımıza devam etmemizi sağlar. Mekanizmanın işlemediği zamanlarda ölümün bir virgül olduğunu kabul edene kadar amaçlarımız, alacağımız kararlar hasar alır, sonuçta bilinmeyenin sınırındayken şeylerin önemi yiter. Bir ay sonra öleceğimi bilseydim kabullenme aşamasına kadar -çok az insan varırmış buraya- denizin, ağacın, rüzgârın, yazacağım kitapların hiçbir önemi kalmazdı. Aitlik duygusu kaybolurdu, sevdiklerime bir ölçüde sahip olduğumu düşünmek beni rahatlatan bir şeyse bundan uzaklaşırdım. Sahip olmak pek doğru değil, güzelliklerin bir parçası olmak daha doğru oldu ama işin bencillik boyutu her zaman orada bir yerdedir, yitirileceklere karşı bir haset filizlenir. Ben yokum ve siz var olmaya devam edeceksiniz, öyle mi? Bildiğimiz dünyanın biçimlendirdiği bilinçten bu kadar, öbür taraf hiç önemli değildir. Ölmek, gitmeyi hiç istemediğim bir yere gitmek demektir ve özgür irademin, karar mekanizmamın ötesinde, beni hiç sallamayan bir şeydir.

Öyle midir? Değişir. Sonuçta ölüm hakkında ne düşünürseniz düşünün, insan bir tek kendi ölümünü ölecektir, bu biricik bir deneyimdir ve yaşamınız ölüme karşı nasıl biçimlenirse biçimlensin sona erecektir. Felix'in bunu kabullenememesi ve aşık olduğu kadını ölümüne dahil edip etmeme konusundaki fikirlerinin yol açtığı bunalımlar... Dertli bir novella bu.

Alfred'e giderler, Felix'in doktor arkadaşına. Alfred Felix'in hastalığının geçebileceğini, hava değişimi için doğanın kalbine gitmeleri gerektiğini söyler ama Felix'in daha o an, en başta ölümü kabullenişindeki katılıktan bir şeylerin yolunda gitmeyeceği bellidir. Ölümden kurtulamayacağını düşünür ve çok katmanlı kıskançlığı onu yavaş yavaş ele geçirir. Öncelikle Marie'nin yaşamına devam edeceği düşüncesi yüzünden mutsuz olur, sonra yarım kalacak fikirleri yüzünden mutsuz olur, ölüm aklında olduğu müddetçe mutsuz olur kısaca. İkilinin arasındaki tartışmaların arasında yer alan bireysel düşüncelerin anlatıldığı paragraflarda Felix'in kabullenme aşamasına yaklaşıp uzaklaşmasını izleriz. Kaybetmeyi olağan bir olay olarak benimsediği bölümlerde aydınlanır hatta iyileştiğini, ölümün kendisine hiç uğramayacağını düşünür. "Yaşamak arzusunu yenmemişti, sadece ölüme artık inanmadığı için, ölüm korkusu onu terk etmişti." (s. 27) Nazım Hikmet'in ceviz ağacı dikmekle alakalı dizelerini hatırlıyorum, bir de Jankélévitch'in ölümün yaşam düzlemindeki yerini irdelemesini. Durumun Marie'ye yansıması aidiyet üzerinden yürür; Felix iyi hissettiği sürece birbirlerine aittirler ve yaşamak güzeldir, tersi durumda Marie'nin aitlik hissedeceği hiçbir şey kalmaz, uzun vadede özgürdür ve sevginin sonlandığı noktadan itibaren ihtimallerin kapısı aralanır, yaşamın zenginliği aşkı bile siler.

Bir adım geri çekilmeler üzerine kurulu bir metin; Marie'nin kendisinden kaynaklanan mutluluğunu gören Felix, kötü hissetmeye başlar başlamaz bu mutluluğu kıskanmaya başlar ve Marie'yi özgür bıraktığını söyler. Kaybetmenin acısından kurtulmak ister kısaca, bu durumda Marie de bir adım geri çekilir ve üzüntüsüne geriden baktığında içinde bir mutluluk doğar, sevgiye karışmış acıma duygusundan kurtulmuştur ve hayatının bu duygu olmadan çok daha iyi olduğunu fark eder. Tabii Felix'in yanındayken mutsuzluğu da geri döner ama çatışmanın başladığı noktadan sonra curcunalı kopuş gelecektir. Geriye atılacak adım kalmadığı zaman, olaylar daha geniş bir çerçeveden değerlendirilemediği zaman ölenin öfkesiyle yaşayanın yaşama duyduğu sevinç birbirini iter. Bakınız, Marie güzel bir manzara karşısında duyduğu hayranlığı dile getirince Felix'ten bir baş hareketinden başka cevap alamıyor ve tam da bu duygunun orta yerinde Felix hayattan keyif almanın zamanının çoktan geçtiğini, hak ettiklerinin yoğun bir mutsuzluk olduğunu söylüyor. Marie böyle düşünmüyor, zaten bunu hak etmediğini de belirtiyor. İş öyle bir noktaya geliyor ki Felix'in kendisini zehirlemesinden korkuyor.

Bu kadar spoiler yeter sanırım, son hakkında hiçbir şey söylemiyorum.

Şahane, alınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder