22 Temmuz 2017 Cumartesi

Doris Lessing - Gene Aşk

Alberoni'nin Aşık Olma ve Aşk'ının kurgusal uyarlaması böyle bir şey olurdu. Aşık olmak için gereken katalizör, tamam. Aşık olmaya hazır olmak, fazlasıyla tamam; 30 yıla yakın bir yalnızlık sürecinde işinden ve ailesinden başka bir şeyle uğraşmayan Sarah için kendi çizgisinin dışında da yaşamın sürebildiğini keşfetmesi, bakmayı tercih etmediği doğrultuda ilerlemeye başlamasıyla gerçekleşiyor. Ulaşılamayanın cezbediciliği, tamam. Aşkın kişisel devrime yol açmasıyla tutku-dinginlik noktalarının eş ağırlığa sahip olduğu insanı aramak ve kaybetmek, bu da var. En sonunda da yastan çıkmak, belki de evin eşyalarını değiştirmeye varan bir yenilik arayışına girmek var. İkincisinin gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmiyoruz ama Sarah'nın yalnızlığını yıkması, bulduğu ve kaybettiği aşkın yarattığı enerjiyle açığa çıkıyor.

Tomris Uyar çevirisi, dördüncü baskısı piyasada sanırım. Hak ettiği değer gösterilmemiş diyebilirim, dört baskı az. Konu aşksa, "gene" aşksa ve Lessing tarafından anlatılıyorsa yeni bir şeylerin söylendiğini düşünmemek için bir sebep yok.

Söz konusu tek bir aşk değil, aşkın saf halinden kemirici tutkuya, huzurun dinginliğine varan biçimler bir arada. Katalizör tamam dedim ama ondan önce Sarah'yı biraz anlatmalıyım. Bu arada aşkın bir hastalık olup olmadığının sorgulandığı yazıyor arka kapakta ama bu açıdan bakıldığı zaman Sarah'nın duygu zenginliğine haksızlık edilmiş olur, bu doğru bir şey değil. Aşk başlı başına bir yenilik, yıkımı bile yapıcı ve insanın ne olursa olsun devam etmesini sağladığı için -sonuçta Werther'in acısını yaşamıyoruz, farklı yüzyıllar, farklı toplumlar, aşkın kimliği de değişiyor haliyle, bizatihi kendim de aşk acısından intihar planları yaptıysam da Cinderella sağ olsun, Michael Schenker sağ olsun yırttım ama Müslüm Gürses dinleseydim, başka bir coğrafyanın insanı olsaydım, 18. yüzyılın Viyana'sında yaşasaydım her şey çok farklı olurdu, biriken acıyla ne yapacağımı bilemeyebilirdim veya çok iyi bilirdim; 16 yaşında bir gencin aşk yüzünden intihar etmesi bir hastalık sonucu değildir, yaşamın getirdiklerinin bir sonucudur ve işin içinde sadece aşk da yoktur, bütün bir yaşam vardır, tek sorun bunun nereye çıkacağının kestirilememesi ve bir yere çıkmayacağı korkusudur, bu kadar ukalalığın ardından bu ara cümleyi nasıl bitireceğim lan ben- açılan yeni yolların getirdikleri/getirebilecekleri üstüne düşünülmesi iyidir.

Sarah Durham'ın odasıyla başlıyoruz, tıka basa eşyayla dolu. Kadının yaşamını odadaki eşyalardan, istifçilik denebilecek biriktiriciliğinden yorumlayabiliriz ama çok erken. Verilen ipuçlarıyla yetineceğiz ve bu ipuçlarını unutmayacağız, Sarah hakkında çok şey söylüyorlar. Birincisi bu eşya yığını, ikincisi ortağı olduğu tiyatronun diğer üç ortağından birisinin, Mary'nin telefonda diğer ortak Patrick'in tekrar aşık olduğunu ve dağıttığını söylediği zaman Sarah'nın verdiği sert tepki, üçüncüsü de "aklı başında bir kadına uygun düşen aklı başında bir ad" olarak Sarah'nın adı. Sarah kendini biçimlendirip o noktada kalan bir kadın, travmalarımızın yaşında olduğumuzu söyleyen kimdi? 60 yaşı görmezden gelip 30'a iniyoruz, kocası öldükten sonra çocuklarını bir başına büyütüyor Sarah ve tiyatro topluluğunun adım adım yükselişini tırnaklarıyla kazıyarak sağlıyor. Geride kalan yıllara bakıldığı zaman Sarah'nın kendiyle ilgili bir problemi yok, başlarda. Eşyalarını gözüne batar hale geldiğinde, giysilerini kendi seçimlerinin değil, modanın belirlediğini düşündüğünde, kendinden pek az şeyin kendinde bulunduğunu ve yaşamının çok uzağında konumlandığını anladığı zaman, kısacası istediği yaşamın bu olmadığını anladığında devrime de hazır hale gelmiş oluyor. "Bir daha âşık olabileceğine inanamıyordu. Bunu da bir tür kendini beğenmişlikle dile getiriyordu, küçümsediğinin eninde sonunda seni ezeceği doğrultusundaki katı kuralı görmezden gelerek." (s. 16) Sarah o zamana kadar aşktan bilinçli olarak uzak duruyor. Sosyal ilişkileri kısıtlı, aşkın yerini alan başka uğraşlar var ama yolu bir şekilde tekrar aşka çıkıyor. Üzerinde çalıştığı senaryonun bu işte etkisi büyük, o ayrı bir noktada incelenmeli.

Julie Vairon'un 19. yüzyılın sonundaki yaşamı feministlerin, müzikologların, sanat tarihçilerinin ve otuz iki kısım tekmili birden herkesin ilgisini çeken bir yaşam. 47 yaşında intihar edene kadar -bilindiği kadarıyla- üç erkeğe aşık olmuş, farklı kimliklere sahip aşklarını ve yaşamını her gece kağıda dökmüş, resim yapmış, çağındaki hiçbir sanatçıya benzetilemeyen şarkılar bestelemiş bir kadın Julie, dalgalanmalarla dolu yaşamını ormanda küçük bir taş kulübede yaşadığı, köylülerin kendisini cadı olarak görmesine ramak kaldığı sırada kendini suya bırakarak noktalıyor ve günlükleri yıllar sonra tiyatro oyununa dönüşmek üzere. Yaratıcılığı ölümünden sonra da devam ediyor, ilham veriyor. Aşkı anımsattığı için oturduğu küçük kulübesinde yarattıkları aşkın enerjisinden doğuyor ve daha da güzeli, orayı her an terk edebilecek güce sahip olduğunu söylüyor. Aşkın doğasından anladığım kadarıyla evet, bu gerçekten aşk kadını. Yaşamını aşka dönüştürenlerden değil, aşkla besleyenlerden. Aidiyet, alternatifsizlik, depresyona açık bir vazgeçilmezlik yok. Sarah kadının günlüklerini okurken kendini de ister istemez Julie'ye göre konumlandırıyor ve bilişsel ketini yavaş yavaş kaldırarak yaşamaya açık hale geliyor.

Oyunun sahneye konulması aşamasında Sarah'nın Stephen'la -oyunun diğer yazarı ve maddi destekçisi- tanıştığı bölüm ve konuşmaları oldukça ilgi çekici. İkisi de orta yaşın epey üstünde ve aşkla dolu farklı yaşamları olmuş, birbirlerini anlayabilecek kadar açık ve incelikliler ama adaların laneti birbirlerine dokunamayacak olmaları. Aralarında anlayışın doğurduğu bir sevgiye ve dostluğa bağlı derin bir ilişki kuruluyor, aşkın en yere basanı diyebiliriz belki. Bu bir, Julie'nin üç aşkına karşılık üç aşk. İkincisi, Julie'nin ilk aşığını oynayacak olan Bill. Bu işte, Sarah'nın yıllardır uyuyan cinselliğini uyandıran ve neredeyse fiziksel olarak hissedilebilecek bir acıya dönüştüren aşk. Aşık olunan erkeklerin yaşamları incelendiği için Sarah'nın muhakemesinin sağlıklı bir biçimde işlediğini söyleyebiliriz. Mantığına böylesi güvenen bir kadının acısı yüzünden gözyaşı dökmesi, gizemini çözdüğü genç bir erkeğe hâlâ delicesine ilgi duyabilmesini aşkın uç kollarına yerleştiriyorum, kimyasal çekimin ve örtük reddedilmenin etkisi büyük. Üçüncüsü de Henry. Henry sponsorlardan birinin temsilcisi, Amerikalı. Evli ve çocuklu, Sarah'nın ne uçurucu, ne düşürücü aşkı ama romandaki kültürel farklılıkları gösteren en somut örnek aynı zamanda. Kendini geri çekerek Sarah'nın aşkını tamamlayamıyor, bunda yetiştikleri toplumun değerlerini görmek mümkün.

Detaya girmiyorum, Lessing'in kurgusunda diyaloglar oldukça kuvvetli ve başarılı, anlatıcılığı da bir o kadar iyi, karakterler entelektüel kişiler oldukları için kültürel referanslar zengin, aşkın kapsayıcılığı altında çağın ilişkilerine yaklaşım doğal. Julie'nin üç adamıyla Sarah'nın üç adamı arasında paralellik olduğu kadar farklar da var ama aşkın kimliği değişse de özü aynı, aradaki yüz yıllık farka baktığımızda Sarah'nın kendini ne kadar süreyle, ne biçimde zincirlediği önemli değil, yaratıp yaratmadıkları da önemli değil, Julie'nin ulaştığı yere o da ulaşabilir, gereken tek şey aşk. Ondan da bolca buluyor görüldüğü üzere.

Julie, Julie'nin aşkları, Sarah ve yıpratıcı ailesi, aşkları derken aşkın yaşama uçukluğu üzerinden iki yüzyılın cinselliğine, romantizmine ve dostluğuna göz atıyoruz. Lessing gerçekten iyi bir yazar, daha çok okunmalı diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder