7 Ağustos 2017 Pazartesi

Dino Buzzati - Tanrıyı Gören Köpek

Bendeki ilk baskı, kitabın adını da bu şekilde yazmışlar. Sonradan değişmiş, ben değiştirmedim.

Buzzati, Poe ve Kafka'ya benzetilir, doğrudur. Daha umutlu olduğu da doğrudur, hayaletlerin fildişi kapılardan geçebilmesi bunu kanıtlar. Normalde hayalet nedir? Hayalet bu dünyada işi olan, bu dünyanın işini öbür dünyaya bırakmak istemeyen öcü bir kardeşimizdir. Dolayısıyla işini gördürmek lazımdır. Öbür türlü dadanır, gitmek bilmez. Buzzati ne yapıyor, hayaleti gönderiyor. Gogol tokat aşkettirip öyle göndermişti mesela, çünkü paltolarla alakalı bir mevzu kalmamıştı. Nihayet. Küresel bir felaketi bu yüzden dört gözle bekleyen çok insan var diye düşünüyorum. Meteor düşüyor mesela. Onu da geç, hayalet gördün. Nihayet be! Bugün bisikletle sahilde dolanırken çocuklu bir çift gördüm, çocuk arabaya kurulmuş, keyfi yerinde, komik komik şeyler yapıyordu. Anneyle babanın bir bakışı vardı, görmeliydiniz. El ele tutuşmuşlardı, bir mucizeye şahit oluyorlarmış gibiydi. Belki de öyledir, uzun zamandan beri bu kadar iyi hissetmemiştim. Buzzati'nin öyküleri de böyle biraz, benzer bir mucizeyi taşır gibi.

Yedi Ulak: Freud iyi malzeme çıkarırdı bundan. Babasının krallığını dolaşmaya çıkan adam, otuz yaşın yola çıkmak için çok geç -daha erken çıksa da sonu göremeyecek, o zaman baba nasıl aşılır falan- olduğunu düşünse de devam eder, sonu olmayan topraklarda ilerler ve merkezden uzaklaştıkça her şeyin bambaşka olduğunu fark eder. "Bulutlar, gökyüzü, hava, rüzgârlar, kuşlar aslında bana yeni, değişik nesneler gibi geliyorlardı ve ben kendimi yabancı hissediyordum." (s. 9) Yedi ulağın gidiş gelişleri giderek daha çok zaman almaya başlar, son gidenin geri dönüşünü görmek için ömür yetmeyecektir. Şu da denebilir; babanın aşılıp aşılamadığı bilgisi hiçbir zaman edinilemeyecektir. Yolu da kendini çoğaltan kütüphaneye, bitimsiz kuleye, pek çok kurgusal ve gerçek naneye benzetebiliriz.

Büyük Baskın: Planetta yaşlı bir eşkıyadır, hapisten çıktığı gibi tayfasının yanına gider ama boynuzun kulağa madik atması sonucu dışlanır ve ormandaki kulübesine gider. Genç bir haydut adayı kendisine rastlar, Planetta'dan kendisini eğitmesini ister ama yaşlı adam eşkıyalığı bırakır ve çocuğu sürekli oyalar. Çocuk da adama isyan eder, krallığın topladığı senelik verginin taşındığı kervana saldırmak için Planetta'nın eski çetesine katıldığını söyler. Adamımız kervana saldırma kararı alır, çocukla birlikte saldırırlar. Muhafızlar attığını vuran tiplerdendir, bizimkileri indirirler. O sırada mevta eşkıyaların hayaletleri belirir ve bizimkileri geldikleri yere götürürler. Fantastik bir mevzu. Kahramanın yolculuğu; alıkonur, kendini yeniden tanımlar, dinginliğe kavuşmuşken geri dönmeye kalkar ve yeni yolculuğu için ölür.

Yedi Kat: Placebo bundan daha iyi anlatılamazdı. Belki de adam farkında olmadığı bir dünyadan şöyle bir geçiyordu sadece, etrafındakiler de bu geçişi kolaylaştırıyordu, kim bilir?

Adamımız rahatsızlığından ötürü yedi katlı bir sağlık tesisine gelir, hastalığın yedi farklı evresi için yedi kat belirlenmiştir, ölüm döşeğindekiler birinci katta olmak üzere sıralanırlar. Bu esnada Üldes'in hangi bölüm olursa olsun hastaneleri saran sidik kokusundan bahsettiğini hatırlayıp devam ediyorum. Bizimki yedinci kata yerleşir ama yer darlığı, çeşitli bürokratik işler falan derken yavaş yavaş aşağılara doğru iner. Sona yaklaştıkça kendini halsiz hisseder, ağırlaşıyordur sanki. Birinci kata geldiğinde gözlerini kapar, odasının panjurları da yavaş yavaş iner ve ışık karanlığa boğulur. Bir nevi yaşama süreci.

Pelerin: Anayı mutlu edecek tek şey, oğlunun savaştan dönmesidir. Öyle de olur fakat oğlan yalnız değildir, dışarıdaki pelerinli adamla birlikte gelmişlerdir ve oğlanın rengi soluk, yüzü çöküktür. Bu noktada The Others'ta eşin geldiği sahneyi hatırlayıp veya tamamen kendi imkanlarımızla mevzuyu çözüyoruz, devam ediyoruz.

Ce İle Başlayan Bir Şey: Bu muhteşem bir öykü işte. Anlatının yavaş yavaş biçimlenmesi, karakterlerin duygularının dönüşümü, mekanın giderek tekinsizleşmesi falan deli keyifli. Bin bir emekle kurulan dünyanın hiç beklenmedik bir şekilde dağılmasını inceler.

Schroder nam kereste taciri, yolculuktan döndüğünde kendini yorgun hisseder, doktoru çağırır. Doktor sidik örneği alıp uzar, ertesi gün geri döner, yanında yılışık tipli biri daha vardır. Schroder kendini çok iyi hissetmektedir, doktora ihtiyaç duymadığını söyler ama yılışık adam gitmek istemeyecektir. Yolculuk sırasında karşılaştıklarını, daha doğrusu Schroder'i uzaktan gördüğünü söyler. Adamımızın arabası çamura mı ne saplanır, o sırada oradan geçmekte olan birinden yardım ister ve ağır ağır hareket eden sünepe kılıklı heriften kurtulmak için cebine biraz para tıkıştırır, itekler. İteklemeseydi keşke. Mevzu çözülür, yılışık tipli adamımız silahını çekmiş, Schroder'e doğrultmuştur. Diğer elinde bir zil vardır, adamımızın boynu için.

Savaş Türküsü: İki tip hükümdar, biri Borges'ten:

Buzzati'ninki zafer sarhoşluğundan başka bir şey yaşamayan cinsten, hatta o kadar çok toprağı var ki ucu bucağı yok sahibi olduğu yerlerin, ilk öyküdeki baba bu adam olabilir mi? Sadece güçlenmek ve aşılamaz olmak ister, bu yüzden fetihlerin ardı arkası kesilmez. Askerler? Hükümdar askerlerinin söylediği türküleri hüzünlü bulur ve yardımcısına ne söylediklerini öğrenmesini emreder. Onca yağma, zenginlik ve kadının veremediği şey nedir gerçekten? Yardımcı, sözleri öğrenip kralına söyler: "Tarlayı, köyü/davullar inletti/yıllar geçip gitti/geri gelmedi/geri gelmedi/ hiçbiri" Devam ediyor: "ileri hep ileri/yıllar geçip gitti/bıraktığım yerde seni/bıraktığım yerde seni/şimdi bir haç dikili"

"Ama hükümdarlar, yöneticiler, bilgiç nazırlar duvar gibi sağırdılar. Hiçbiri anlamamıştı, yalnızca, akşamın sokaklarında yorgun argın, türkü söyleyerek ölüme doğru yürüyen, yüzlerce zafer kazanmış askerler anlamışlardı." (s. 99)

Arka arkaya zaferler kazanmış, yıllarını cephelerde yitirmiş Maximus'un son zaferinden sonra Marcus Aurelius'tan istediği şey, kendisine her şeyi verebilecek adamdan istediği tek şey eve dönebilmekti.

Dünyanın Sonu: Tanrı'nın eli gözüktü, gökyüzü kapandı, herkes feryat figan, kıyamdan önce ölünecek ve pek vakit kalmamış. Herkes papaza gidiyor ve günah çıkartıyor, en iyi günah çıkartıcılar zenginler tarafından ele geçirildiği için ortada yoklar. Garibimiz bir tanecik papaz, etrafını saran güruhtan kurtulamıyor ve herkesin günahını çıkartırken ağlamaya başlıyor: "Ben ne olacağım?" Kimse aldırmıyor, kıyamete beş kala bir bencillik öyküsü. Tanrı özgecileri sever, belki de orada cenneti hak eden kişiler günah çıkartıcılardır.

Boşuna Çağrı: Sen bilmesen de seninleyim, bu. Yanındayken sana anlatmak istediklerimi anlatabilirim, anlamayacaksın. İkimize dair anımsadığım şeyleri senin de anımsamanı isterim, anımsamayacaksın. Oralarda bir yerde olduğunu bilmek iyi, bunu düşünebilmek kötü. Benim baktığım manzarayı görmeni isterdim, göremeyeceksin. Manzaradan ruhuma eklenen güzellik senin de ruhuna eklensin isterdim, eklenmeyecek.

Üç beş öyküyü atladım, kitaba adını veren öykü de elden öper. Buzzati sanayi toplumunun parıltı -yoruma açık; yaşama sevinci, doğayı en saf şekilde algılama biçimi, bir bütünün parçası olma duygusu, ne koyarsanız- silici etkisini gömer, Calvino gibi nicesine kapı aralamıştır, bir yandan da çıkışsız kurgularla oynar. Düşündürür yani, başka yaratılara bağlantı sağlar. İyidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder