4 Eylül 2017 Pazartesi

Mustafa Kutlu - Hayat Güzeldir

"Kalbinde bir kristal kırıldı." (s. 21) Kutlu'nun kalp kırığı betimi. Kısa ve incelikli. Öykülerin tamamı gibi. Diğer yandan, şu: "Efendi boşa koydu olmadı, doluya koydu olmadı." (s. 95) Yazarın özgür olduğunu aklımda tutarak söyleyip çelişiyorum ki böyle bir deyiş yok, boşun dolmayıp dolunun almaması var, boşun olmayıp dolunun almaması var ama bu... Bilemedim.

Öyküler hayatın güzel olduğunu gösteren küçük pencereler açıyor. Görünürde acılar ağırdır ama üstesinden gelinen acı insana mertebe atlatır, iyileştirir. Kutlu'nun insanları mutlu olmayı bilen insanlar, orta-alt sınıfın çilelerine göğüs gerenler. Zor yaşamlar basit mutluluklar getiriyor, hayatın güzelliği zorlukla mücadeleden, alt etmeden ve yılmamaktan geliyor. Mücadeleden yani. Göreceli bir mevzuya etkili bir yaklaşım. Etkili, eğer çevrenizde yaşamınızı değiştirebilecek insanlar varsa. Komşular, hemşeriler, arkadaşlar, kuşlar, fotoğraflar... İnsan yalnızsa yıkılır, yalnız değilse yırtar. Hayatın güzelliğini yalnız başınayken kavrayan pek az karakter var. Cemaat iyidir yani.

Her şey güzel ama Kutlu'nun gösterdiği manzaralara parmağını sokması işi biraz kıssadan hisse vermeye sokuyor. Gerçi Kutlu'yu okumayalı yıllar oldu, tam hatırlamıyor olabilirim ama okuduklarım içinde böyle bir şey olduğunu hatırlamıyorum. Belki niyet biraz olsun ders vermektir ama bu ders faslı anlatıcının aktarımdan başka bir rolü daha olduğunu gösterip metni edebi açıdan daha az değerli kılıyor. Bence. Mesela aşırı zengin bir adamın parasıyla ne yapacağını bilememesini anlayabiliriz ama parasının faize konduğunu bilmemiz öyküye ne sağlar? Adamın cehennemlik olduğunu bilmemiz, sınırları içinde öyküye herhangi bir açımlama sağlamaz, anlatıya herhangi bir derinlik katmaz, adamın ne kadar da kötü bir iş yaptığını öğreniriz sadece. Devamında faiziyle kavrulmuş onca paranın yoksullara dağıtıldığını öğreniriz, öyleyse herkes haram mı yedi? Dinle ilgili bu açıdan pek bir bilgim yok, aydınlatacak biri çıkarsa sevinirim. Ha, bir de bu öykünün sonunda şu var:

"Fukaranın yüzündeki sevinci gören aydınlar bu işe bir mâna verememiş.
Teoride yeri yokmuş bunun.

Ee!.. Hızır bu, boru değil." (s. 48)

Karikatürleştirmeden, kendinden emin tondan ve Hızır-boru karşılaştırmasından rahatsız oldum ama benim öykü ve anlatıcı anlayışımla ilgili bir şey bu. Bilemiyorum ya, biraz hayal kırıklığına uğradım, sanki Kutlu, "Gençler, bu öyküleri size ders olsun diye yazdım," dermiş gibi. Ders istemiyorum, tepeden inme yönetmelik de istemiyorum, incelik istiyorum. Bulmadım değil; bazı öykülerde bu işe hiç girmemiş Kutlu, ne güzel etmiş. Hatırladım, Beyhude Ömrüm ne güzeldi mesela.

Sevinç: İki simitçi çocuğun etrafına dikilmiş bir park kırkyaması. Dilenciler, öğrenciler, ihtiyarlar ve güvercinler... Çocuklar simidin iki yanından tutar ve çekerler, birinde kalan parça normalden çok daha büyüktür, çocuk haksızlık olduğunu düşünür ve simidinden bir parça koparıp payına küçük bir kısım düşen çocuğa vermek ister. Çocuk almaz, güvercinlere verirler. "Önlerinde bir güvercin bahçesi oluştu." (s. 9) Kutlu'nun imgeleri o kadar başarılı ki zihinde manzara aramaya gerek yok, kendiliğinden oluşuyor. Çocuklar simitleri bitirdi, etraflarında yüzlerce melek dolaşıyor ve işleri rast gidiyor, şüphesiz.

Nöbetçi Âşık: Hudutta bir nöbetçi asker, her an saldırıya uğrayabilir ama kamuflajını açıp sevdiğinin resmine bakmak için zaman var. Düşen fotoğrafı almak için eğildiğinde bir kurşun vızıldıyor, asker hayatını sevdiğine borçlu. Sonra çatışma. Bizimki siper falan almadan yardırıyor, kurşunlar vızır vızır etrafından geçiyor ama buna bir şey olmuyor, üzerine ateş edenlere doğru sıkıyor ve çoğunu öldürüyor. Komutanı şaşırıyor işe ama askerden mantıklı bir cevap alamıyor. Kulübenin penceresinden bakıyor, bulutlar beyaz, gök mavi, tepeler meşeli. Dıranas'tan penccereli ve gül atmalı meşhur şiiri mırıldanıyor. Cevabı sezmiştir.

Profesyonel: Hacı Dede çocukluğunda eğlenmeyi bilirmiş, yeni nesle topaç çevirmeyi öğretince gençliğini hatırlıyor ve coşuyor ama ruhu gençse de bedeni değil, düşüp kolunu kırıyor. Yine de o bir profesyonel, az daha futbolcu olacakmış. Eşiyle muhabbeti, anılara dalışı hoş.

Sırılsıklam: Berber kalfası oğlanla tezgâhtar kızın aşkı. Tanışırlar, eğleşirler, oğlan askere gider. Bu oğlanın ilk öyküdeki asker olduğunu düşününce mutlu oldum bir an. Neyse, sinemalar, aileler derken... Onların muradı. Yoksul ailelerin sevdaları, yaşamları, tam Kutlu'nun kalemi.

Paranın Yükü: Başta bahsettiğim öykü bu. Latif Bey Boğaz'da bir yalıda yaşıyor, pek zengin. Âdil Efendi ve karısı da müştemilatta, yalının işlerine bakıyorlar. Latif Bey'in oğlu var, Prof. Dr. Muhsin Ali Bey. Paraya epey düşkün ama uzaklarda yaşıyor, babasıyla pek bir ilgisi yok. Parayla var. O halde Latif Bey öldükten sonra neden miras işleriyle ilgilenip onca paranın Âdil Bey'e emanet edildiğini öğrenmiyor, burası önemli bir açık. Neyse, para dağıtılıyor ve iç sıkıntısı bitiyor. Paradan kurtulmak, vicdan rahatlatmakla ilgili bir öykü. Çok paranın çok dert getirmesi neden sıkıntı verir, günahsız kazanılmadığı için mi?

Yirmi bir öykü var, benden bu kadar. Takva, inanç ve yaşamın getirdikleriyle ilgili bir deste.

1 yorum:

  1. Valla Kutlu'ya hiç elim gitmiyor son zamanlarda herkesler okudu. -.-

    YanıtlaSil