11 Kasım 2017 Cumartesi

John Berger - G.

Barnes'ın buçuklu dünya tarihinde cinsellik buçuksa bu metinde oran değişir, geri kalan her şey buçuk olur, cinsellik sınırları belirler.

G.'nin dünyanın en uzun yüzyılına pek bir şey kalmamışken dünyaya gelmesi bir, dünyanın en hızlı yüzyılında dünyanın en hızlı erotik karatecisi olması iki. Şanslıdır. İtalyan bir babadan olmadır, Amerikalı anneden doğmadır. İtalya'da burjuvaziyle işçi sınıfı çatışmaktadır, Garibaldi'nin İtalya'yı tek bir çatı altında toplamaya çalışmaktadır, sokakların barikatlarla süslendiği bir zamandır, insanların despotizmle mücadele ettiği zamanlarda olduğu gibi kurşunlar uçuşur, bir de uçak vardır, Alp Dağları üzerinden geçen ilk uçaktır, G. uçuş sevdalısı bir genç olarak bu uçağın ölümcül denemesini izlemek üzere oradayken yine bir erotiklik yapar. Sırayla anlatmak en iyisi sanırım.

İki mesele; karakterlerin yaşamlarındaki ikilemler, gerilimler dünya tarihiyle eşlenir. Her şey birbiriyle paralel ilerler, G.'yi zamanın ruhu olarak değerlendirebiliriz. Buna cinsellikle ilgili görüşler, G.'nin maceraları sırasında anlatıcının tutkuyu irdeleyişi dahil. Her bir macerada, ilerleyen zamanla birlikte değişen kimliğin farkları ortaya çıkar, görünüm değişir, gençliğin cinselliğiyle yetişkinliğin cinselliği arasında aynı heyecan varsa da farklı zevkler vardır. Farklı, kadınlar kadar farklı. İş cinsel organların çizimine varır, anlatıcı için yeterli derinliği sağlamanın yolu çizmekten geçer. Penis ve vajina, sonra yine bir penis, et tadımı, bir insanı tanıma yollarından belki en önemsizi, belki de en önemlisi. Bir anlamı yok, sadece bir yol. Neden çıkmaza yakın, yani sonlandığı halde neden onsuz olmaz? Metnin içinde bir yerlerde cevabı var. Anlatıcı dedim ama doğrudan Berger'in sesini duyarız, bu da ikinci mesele. Berger'in anlatı kurma çabasının somut bir mücadeleye bürünmüş, adeta bir savaş alanı atmosferi yaratmış hali anlatının kendini sorgulamasıyla belirir. Şeyler başka türlü anlatılamaz mı veya anlatılamayacak olan var mıdır, nedir, ne değildir, Berger bir yandan kendi yeteneğini ve edebiyatın gerçek karşısındaki kapasitesini sorgular, diğer yandan kurguyla gerçeği iç içe geçirir ve yaşam olarak anlatının sınırlarını genişletir. Metaforlar, benzeşimler, sanatın yaşam üzerindeki tasarrufunu belirler. Gerçeğin sanatı doğurması ve tersi.

İkinci baskının arka kapağında Tomris Uyar'la John Berger'ın birlikte çekildikleri çok güzel bir fotoğraf var, Google Paşa bulamadı, ben şuraya yükledim.

Bölüm bölüm gidiyor, ilk bölümden girdim.

G.'nin Livornolu babası, kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadınla ilişkiye girer. Kendi ayakları üzerinde duran kadın, diğer kadınlar, kadınların tamamı mühimdir, Berger epigrafında Kadın Özgürlüğü Hareketi'ne selam eder, mücadeleci kadınları pek bir tutar. Eh, romanda kadınların ezildiğini pek söyleyemeyiz. Uyumlu kadınlar vardır en fazla, erkeklerin zıpırlıklarına uyum sağlarlar. Mesela G.'nin annesi mücadelecidir, evli olan Umberto'yla uzunca bir süre sevgili olur ve çocuğunu büyütmek için Umberto'nun önerdiği maddi yardımı reddeder. Umberto'nun eşini kıskanır, eş de Laura'yı kıskanır, farklı sebeplerden. Sonuçta yaşam sürer, bir erkeğin çocuğunu doğuracağı fikri Laura'yı ağlatır, girdiği delikten kendi çocuğunun çıkması fikri Umberto'yu dertlendirir, G. doğar. "Dünyanın yaşamında bir dakika geçiyor. Olduğu gibi nakşedilsin!" (s. 25) Garibaldi bir burjuva devleti kurulmasında zemin vazifesi görüyor bunlar olurken, masumluğu ulusun masumluğu olarak görülüyor. G.'nin masumluğuna benzer. Anneyle babanın günahı onun omzunda değil, artık annesiyle birlikte Paris'te. Büyüyor, babası yanında olmayacak ama çapkınlığı tuttuğunda her zaman oralarda bir yerde olacak.

İki. Laura yapamadı, annelik ona uymadı ve G.'yi İngiltere'deki kuzenlerinin yanına verdi. Beatrice ve abisi Jocelyn'in yanında büyür G., bu sırada anlatıcının İngiliz burjuvazisi üzerine değerlendirmelerini okuruz, çağın burjuvaziyi nasıl değiştirdiğini görürüz. Ardından Miss Helen gelir, G.'nin aşkı keşfetmesini sağlayan öğretmen. Pek zaman geçmeden şutlanır, G. okula verilir ve okulu pek sevmez, onun kafası para kazanmaya basmaktadır. İyi kötü eğitimini sürdürür ve iki adamla yaşadığı bir olay kafasını allak bullak eder. Adamlar G.'yi atların vurulduğu, kanın sel gibi aktığı bir yere götürürler, çocuğa gördüğünü unutmamasını söyledikten sonra ortadan kaybolurlar. Psikolojik olarak hassas bir dönemden geçen evladımız, belki de yaşamın her şeyi kapsayan doğallığını anlar, daha doğrusu en uç olayların bile son derece normal bir şekilde gerçekleştiğini sezer. İlerideki maceralarını ve acı sonunu sakin bir şekilde karşılamasının sonucu bu olabilir. Annesiyle babasını bir kez birlikte görür, vakit geçirirler ve bir araya gelememenin, iki insanın arasındaki en uzun mesafenin ne demek olduğunu anlar. Bu esnada sokak çatışmasının ortasında kalır ki tam bir serüven, kendisini kaçıran işçi kızların koruyuculuğunda zor yırtar.

Devamı için nefesim yetmiyor, okurun elinden öper.

"Betimleme gerçeği çarpıtır." Nerede dendiğini hatırlamıyorum, kitabın bir yerinde. Anlatıcı müzik notalarını, çizimlerini, gerçeklik algısını, uzam-ölüm ilişkisini ve pek çok şeyi bir arada kullanıyor, aklın sınırlarını zorlayan derinlikte bir anlatı kuruyor, çarpıtıyor ve olduğu gibi sunuyor. G.'nin kadınları ve seksin yaşamı doğurtan yaratıcılığı başlı başına bir olay. 1972'de Man Booker'ı almış, yakışır. Sorgulamalarıyla, derinleşme ve anlatım çabalarıyla müthiş bir roman.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder