1 Kasım 2017 Çarşamba

Richard Yates - Yalnızlığın On Bir Hali

Yüz Kitap'tan çıktı. Yazarın meşhur romanı da YKY'den çıktı, sonra bir romanını daha bastılar. Doğan da bir tane bastı. İyi bir şey. Diğer kitapları da en kısa sürede basılır umarım. Mesela bir Thomas Wolfe da basılsın, altmış yıldır basılmıyor, neden? Eksik büyük, Yüz Kitap kapamaya çalışıyor naçizane. Gönülden bağım bu açıdan; unutulmuş kitapların neferliğini yapmaya çalışıyorum, nispeten popülerden fırsat kaldıkça. Yüz Kitap daha büyük bir uğraş olarak bunları okura sunuyor.

Sanırım yayınevi kurmaya doğru adım adım ilerliyorum; bir tanecik metni çevrilmiş yazarın diğer metinlerini de çevir(t)esim geliyor ve yankısını Türkçe olarak bulmamış yazarların tanınmasını, bilinmesini istiyorum. Nedeni tamamen kişisel, kişisel olduğu kadar da her insanın içinde bulunabilecek bir şey: Merak. Mesela ayıla bayıla izlediğim Seinfeld'in bir bölümünde Elaine'in babası olan yazarın muhtemelen Richard Yates olabileceği söyleniyor. Rastlantılar, sevilen şeyler arasında kurulan ilişkiler, güzel olarak ne varsa hepsinin birbirini biçimlemesi, alayını seviyorum. Yates'in öykülerini de pek beğendim, yayınevine tekrardan teşekkürler.

Wikipedia'yı buraya direkt almadan bir iki şey söyleyeyim, Carver'ı etkilemiş yegane yazarlardandır Yates. Realizmi benzer; Carver sonuca bağlamak gibi bir çaba gütmeden kurgular ve karakterlerini davranışlarıyla yaratır, kapalılığını Hemingway'e de benzetiyorum ama daha çok Yates'e yakın. Yates bir sonuca ulaşır mı, ulaşır. Yalnızlığın on bir halinden bahsediyorsak on bir farklı yalnızlıkla kalmaz aslında, her öyküde tek bir yalnızlık odağa alınmışsa da bağlantılı yalnızlıklar da görünür. Dünyaların kesişme noktalarının gerginliği bu yalnızlıklara, öznenin bir başka öznede kendini bulmasının çok uzağında, nesneleşen ötekinin uyumsuzluğuna yığılır. Kısacası, diner mi sandın acılar?

On bir öykü.

Doktor Jack-o'-Lantern: Bayan Price'ın sınıfına yeni gelen çocuk hayata 8-0 geriden başladığı için, en azından eşitlik kurması için iteklenir. Vincent çocukluğunun büyük bir bölümünü yetimhanede geçirmiştir, koruyucu ailesinin de kendisine pek bir katkısı yoktur. Sosyal yeteneklerini geliştirememiştir, itilip kakılmıştır, insanlarla nasıl anlaşacağını bilemez, korkularla dolu bir dünyada serseriliğiyle ayakta kalmaya çalışır.

Anlattığı yalan bir hikâyeyle dikkatlerini çekmek istediği çocukların aşağılamalarına maruz kalır, sonrasında işi bir tık ileri götürerek okulun duvarına ağza alınmaz küfürler yazar. Öğretmeni kendisiyle konuşur, kadın bitip tükenmeyecek sevgisiyle çocuğun yanında olduğunu göstermeye çalışır. Eh, sonuçta Vincent arkadaşlarına öğretmeninin kendisini çok feci dövdüğünü anlatırken yüzlerde okunan hayranlıkla mest olur, o sırada civardan geçen Bayan Price da çocuğun nihayet arkadaş edinebildiğini düşünür ve çok mutlu bir şekilde Vincent'a selam verir. Hadi bakalım. Vincent yine dalga konusu olur, sonucunda okula dönüp çıplak bir kadın çizer, üzerine "Bayan Price" yazar. Son.

Bazen dünyaların ne yapılırsa yapılsın kesiş(e)meyeceği üzerinedir.

Her Şeyin En İyisi: Şöyle bence; yeterince sosyal bir yaşam, yaşamın sunduğu ihtimalleri görüp sezme yeteneği kazandırır ve insanın ne istediğini berraklaştırır, tabii kişi kendinden de uzaklaşmadığı müddetçe. Hassas bir denge, kurması değil de sürdürmesi zor. Mutluluk Paradoksu'nda Ziyad Marar'ın kişisel-toplumsal uyumun mutluluğu doğurması fikrine yakın.

Bu öyküde çok genç insanların bütün ihtimalleri görememekten içine düştükleri çekinceleri görürüz, evlilik arifesinde iki genç öyle gergindir ki yok yere kavgalar edilir, geçmişin mutluluk ve mutsuzluk dolu anıları hatırlanır, geleceğin bilinmezliği şimdiye akar ve öykü, birinin diğerine verdiği ertesi sabah orada olma sözüyle biter. Düğünden önce bu kadar gerginlik evliliğin rezillik olduğunu mu gösterir? Sanırım birbirlerini sevmediklerini gösterir. Bilemiyorum, yorumlamak pek doğru değil.

Jody Attı Zarları: Askerlikle alakalı bir iki öyküden biri. Aslında askeri mantığa alışma sürecini ve Çavuş Reece'in askerleriyle kurduğu ilişkiyi anlatır. Ast-üst ilişkisi, disiplin, birini sevip sevmemenin mantıklı nedenlerinin bulunması, eh.

Acı Falan Yok: Bir noktada birleşen iki nehrin ileride çatallanan kolları öyküsüdür. Nedir, evlilik iyidir ama ikiyi bire indirmez. İki yaşam büyük oranda birleşebilir, biri diğerinden ayrıksılaşmadığı ölçüde.

Kadın, sevgilisi ve iki arkadaşıyla birlikte hastaneye gelir. Sevgilisinin durmadan işleyen ellerinden kurtulur kurtulmaz hasta kocasının yanına gider. Adam yıllardır hastanededir, ciğerleri problemli olduğu için kendisine yarı ölü gözüyle bakılır. Neyse, kendilerine has zaman öldürme işlemlerinden sonra aralarına girmiş mesafenin acısıyla ağlar kadın, sonra bahçeye çıkar ve arabaya atlar. Sevgilisiyle deli gibi öpüşürler, adam göğsünü avuçlar ve hemen eve gitmeye karar verirler, bir içkiden sonra. Kadın da ikidir, bir noktada akışı ikiye bölünmüştür. Acı falan yoktur, acının üstesinden acısız bir alternatif yaşamla gelinir.

Zora Doymam: Bu son. İşinden kovulan adamın yaşamını çocukluğuyla biçimlendirme çabasıdır. Eşine işinden kovulduğunu söylememeye karar verir, çocukluğunda iyi bir oyuncu olmasıyla böbürlendiğinden yine oynayabileceğini düşünür ama kırılma anında böyle bir şey yaşanmaz, adam karısına ayvayı yediğini söyler. Yine de sabahtan akşama kadar kendisini koşullama çabaları takdire değer.

Altı öykü daha var, hepsinde bir ayrıklık ve uyuşamamanın doğurduğu yalnızlık var. Toplumla uyuşamama, eşle uyuşamama, evlatlarla uyuşamama... Bu evlatla veya babayla uyuşamama konusunda pek bir mevzu yoktur, daha çok olmasını beklerdim ama bu da iyi. Söylemeden edemem, insanın kendiyle uyuşamaması da vardır tabii. İnsan kendini kendine uyduramaz. Ben günde üç dört kez uyduramıyorum, güzel bir uğraş olmadığı için tavsiye etmiyorum.

Zevzeklik bir yana, Vonnegut Paşa'nın övdüğü, sıkı bir yazardır Yates. Diğer kitaplarını da ediniyorum bir tez.

2 yorum:

  1. Çok güzel bir yazı olmuş... Emeğine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir mektubun insana dokunmaktan bu kadar uzağa düştüğü başka bir öykü bilmiyorum. İçlerinden birinde var.

      Taksicinin anlattığı öyküler de yaşamın ta kendisi, bu sebeple beşine beş dolar değer biçilmesi uygun. Kazandığımız para kadar değerliyiz, yaşamımız da öyle. İnsanın kendi yaşamını beş para etmez olarak görmeye zorlanması...

      Anlatmadığım öykülerden aklıma sahneler geliyor, yazmaya devam etmek istiyorum ama diğerleri bekler. Okumadıysanız tavsiye ederim.

      Teşekkürler.

      Sil