3 Ocak 2018 Çarşamba

Gilbert Adair - Yazarın Ölümü

Röportaj, ciddi bakan bir adam. Ne yapmak istediğini anlatır, toplumsal mesajlar verir, yazarın yalnızlığından bahseder. İmza günlerinde hayranlar, kitaplardan başka bir şey konuşulmaz. Saçlar düzeltilir, makyaj yapılır. Yapılır, Ellis'in dediğine göre iyi görünürsek iyi görürüz. Her şey metalaşmış halde, yazar dahil, metin bunun neresinde kalıyor peki? Kalmıyor, metin artık yok. Metinden önce yazar var. Röportajları okumayı beğenirim ama yazar personasının görülmediği kısımları. Amaç, niyet vs. anlatılmışsa okumuyorum, bunların metinle bir alakasının olduğunu düşünmüyorum. En az elli yıllık konu, yazar-metin ilişkisi. Ucundan anlatıcı-yazar ilişkisi de giriyor işin içine. Serbest dolaylı anlatım ve benzeri teknikler ikisi arasındaki çizgiyi ortadan kaldırmaya meyilli hassas aygıtlar olarak kullanılıyor, iyi niyetli yazarları tarafından. Kötü niyetliler Adair gibileri oluyor, mesela Nabokov ki Solgun Ateş'i ne lanettir. Nabokov da metinde birkaç yerde anılıyor, Adair'ın saygı duruşu.

Barthes'ın yazarı öldürdüğü malum makalesi konuyu yeterince açık bir şekilde işliyor, oraya pek girmek istemiyorum ama Adair'ın anlatıcı/yazar karakterini anlatırken ister istemez bir şeyler çarpmam gerekecek. Adair hakkında birkaç şey: İskoç, Londra'da yaşadı. Perec'in bol e'siz romanını İngilizceye çevirmeyi başardığı için ödül almış, hakkıdır. Geçtiğimiz yıllarda ölmüş. YKY birkaç kitabını basmış, denk geldikçe kaçırmamak lazım.

Çok tehlikeli bir metin bu; üç tekrardan ibaret. "Sana, ey Okur" hitabıyla başlıyor. İki epigraftan biri yolların kaybolmasını ve merdivenin yukarı çekilmesini söyleyen Emerson'dan, diğeri de boyumuzun ölçüsünü alan muammaları biz yaratmışız gibi yapmamız gerektiğini söyleyen Cocteau'dan. Tekrarlar aynıdır, kelimesi kelimesine, kopyalanmış bölümler. Profesör Sfax'in yaşamını kaleme almak istediğini söyleyen öğrenci Astrid, hocasının memnuniyetsizliğini sezer ama kararından caymaz, odadan çıktığında Sfax bilgisayarının başına oturur, Hermes adlı bir dosya açar ve yazmaya başlar. Tekrar bölümü üç sayfadır, anlatıcı okura seslenerek şimdi okuduğumuz üç sayfayı yazdığını söyler. Anlatıcının zamanıyla okurun zamanı denklenir, bu denklik üç kez yaşanacaktır.

İlk tekrardan sonra otobiyografik bir anlatı başlar. 1918'de Fransa'da doğan Léopold Sfax, burjuva bir ailenin çocuğudur. Babası sanat kitapları basar, dedesi unutulmuş bir şairdir. Dedesinin cenaze töreninde hayatının ilk şokunu yaşar Sfax; dedesinin adını -kendi adı aynı zamanda- tabutun üzerinde görünce ağlamaya başlar. Ölüm korkusu, bu cepte dursun. Dede eski parnasçılardan, modernizmin koyu düşmanı. Dreyfu karşıtı aynı zamanda, Yahudilerin de koyu düşmanı. Babayla dede arasında çatışma var, bölünmüş bir ailede geçirilen çocukluk. Sfax felsefe okuyor ve ikinci büyük savaş çıktığında ailesiyle birlikte kaçıyor ama bir süre sonra hep beraber geri dönüp savaş ortamında edinilen resimlerin satışıyla -Nazi subayları ve yandaşlar alıyor resimleri- geçiniyorlar. Sfax, babasının yandaşlığından utanıyor ve resimleri elde etme yöntemini sezdiği zaman adamdan iyice utanıyor. Louise ve Paul'ün, iki direnişçi arkadaşının yanına taşınıyor. Dedesinin mirasından kalan parayla yaşıyorlar, Paul Sfax'i örgüte sokuyor ve Sfax iki yıl boyunca örgütün verdiği görevleri yerine getiriyor. Paul ortadan kaybolduktan sonra Louise'le yakınlaşıyorlar, savaş bitince Sfax doçentlik sınavına giriyor, ABD'ye göç etmeye karar veriyor ve çıktığı geziden dönünce Louise'in gittiğini görüyor. Geride tatsız bir not kalmış, kızın başka bir yere taşındığına dair. Sfax de durmuyor, ABD'ye gidiyor ve Raphael adlı bir tanıdığın yanında kalıyor, ilk edebi eserlerini burada veriyor. Modernlikle klasik mitoloji arasında yarattığı çatışmayı, anakronizmi Mallarmé'ye özgü bir şey olarak değerlendiriyor, yıllar sonra postmodern bir eser ortaya koyduğunu anlayacak.

Doğru bağlantılarla akademisyenlik serüveni başlıyor, Sfax üniversitede. Yeni Eleştiri'yi öğreniyor, ulusal gazetelerden yazıları yayımlanıyor, çalışmalarını tam gaz sürdürüyor kısaca. Ivy League üniversitelerinden Cornell'de ders verirken Ya/Ya adlı bir metin yazar, Yazarın ölümü ve Okurun yükselişi tartışmalarının tam gaz sürdüğü bir dönemde Saussure'ün göstergeler sistemini alır, yazarı ortadan kaldırarak her şeyi dilbilimsel kodlamalara ve uzlaşımlara sıkıştırır. Bu ses getiren bir eserdi, Sfax asıl ününü Kısır Spiral adlı kitabına borçlu. Yarattığı çalkantı o kadar büyük ki olumsuz eleştirilerin susturulduğu, yandaşların sıraya dizildiği bir dönem başlıyor. Baskıcı bir bilimsel ortam oluşuyor böylece, baskıcı olması ilerleyen bölümler için özellikle dikkate alınmalı. Sfax'in ortaya koyduğu görüş, "Teori" adı altında ululaştırıldı ve putlaştırıldı da. Neyse, Bloom'un Etkilenme Endişesi'yle bakışımlı bir metin ortaya konduğu fikri, Sfax'in metninin amacını belirler; metinlerin "yanlış okunması" fikri, Sfax'in Bloom'a katılmadığı "endişe" kavramını bir yana bırakırsak ortaktır. Sözcüklerin kullanıldığı yanılsaması, teorinin temelini oluşturur. Sözcükler zaten vardır, bir bağlamda yazarlar tarafından kullanılırlar ama aslında sözcükler yazarları kullanır, Cocteau'nun sözüne dönelim. Böylece sıklıkla çelişkili ve emniyetsiz anlamlar ortaya çıkacaktır, bu da Yazarın kalbine çakılan son kazığı simgeler. Eh, kabaca bu. İşin Okur boyutu da var tabii, okur da çıkmaz sokaklardan çıkmaz sokak beğenecek, anlam arayışında helak olacaktır. Bu son darbe curcuna çıkarır, muhalifler Hamlet, Moby Dick, Dresden, Auschwitz, Hiroşima gibi eserlerin ve faciaların -Teori'nin yaşama uygulanması mümkün tabii, anlam kaosundan ötürü- anlamlarını asla yitirmeyeceklerini söylerler ama pim bir kez çekilmiştir, tartışmalar ayyuka çıkar. Bir de italik kullanıma, tırnak işaretine rastlanmaz, Sfax bunlardan tiksinir ve yaşama dair hiçbir şeyin bunlar tarafından ablukaya alınmaması gerektiğini söyler.

Sfax, masasına oturup fikir üfürerek yaşamı teorilere kıstırmaya çalışan babaları endişelendirmiştir, kendisi de onlardan biri olmasına rağmen. Kurtulmak istediği bir şeylerin varlığı sezilir gibi, öyle değil mi? Anlam kolaylıkla ortadan kalkabilecekse, bunu gösteren adamın yaşamında ortadan kaldırmak istediği kara anılar olabileceği düşünülebilir. Geçmişini anlattığı ilk tekrarda ayrıntıya inmemesinden bunu sezebiliriz. Sezdiysek helal bize, kuru bir teori hikâyesi olamayacak kadar iyiye benziyor bu anlatı.

Astrid bu sırada Adair'ın hayatına giriyor. Adair, pek vasfı olmayan profesör bir arkadaşının öğrencisiyken Teori'nin patlamasıyla kendi öğrencisi haline gelen Astrid'in kadınlığından etkilense de teorisinin/Teori'sinin içinde ona yer yok, kurtulmak istediği şey başka. Astrid'in odaya gelip kendisinin yaşamını kaleme almak istediğini söylemesi, adamı bu yüzden tedirgin ediyor.

Başa döndük, ikinci tekrar. Bu kez otuz beş sayfa okuduk, sonrasında her şeyin derinleştiğine şahit olacağız. "Ey okur, yalan söyledim." (s. 35) Sana güvenemeyeceğimizi biliyorduk zaten, kimse kendini/Yazarı durduk yere öldürmek istemez. Babanın, içinde büyüdüğün toplumun, kısacası sözün orta yerinde var olmaya çalıştın ama var olamazdın, kısıtlıydın, sınırların çoktan çizilmişti. Bu yüzden babanın arkadaşı, Nazi subayı Laubreaux evinize gelip senden kültürle dolup taşan bir dergi için yazı yazmanı istediğinde karşı koyamadın, kendi adını da kullanamadın, "Hermes" adıyla yazmaya başladın. Yirmilerinin başındaydın, savaşın yıkımı ve insanların acımasızlığı bütün dünyanı biçimlendirmişti, felsefe seni kurtaramıyordu çünkü yaşamın karşısında çok soyut kalıyordu. Ve yazmak istiyordun, kendini göstermek, Yazar olarak var olmak. Üç yıl boyunca yazdın, bu sırada Yahudileri önemsiz gösterdin, Alman ruhuyla Hitler'i birleştirdin, sonra bunun Avrupa'nın yeni ruhu olduğunu söyledin. Nazi hareketine karşı olduğunu söylüyordun ama sözcüklerin, dışladıkları anlamlardan da bir parça taşıdığını fark ettin, solcu görüşlerde totaliterliğin kokusunu aldın, sağcı görüşlerde sosyalizmin gölgesini gördün, her şey birbirine karıştı ve paradoksa kapıldın.

"Teoriye inanmayanlar için, bir metnin, maalesef yazarını nasıl yazdığının işte klasik bir örneği." (s. 45)

Bingo!

Yalanlarını açığa dökmeye başlıyorsun. Paul, Louise ve sen, bu makalelerden gelen parayla geçiniyordunuz, dedenin mirasıyla değil. Louise evi terk ettiğinde senin kim olduğunu öğrenmişti, en azından eskiden kim olduğunu. Sana bir daha güvenemeyeceği için ilişkinizi bitirdi ve gitti. Sen New York'a geldin, ailenin ve senin karanlık geçmişi ortaya çıkmasın diye evlenmek istemedin hiç, Paris'te ortaya çıkan kuramları kendine has bir şekilde yeniledin ve ikincil kaynak özelliği taşısa da metinlerini orijinal hale getirdin. En büyük korkun canlandı, şöhret sahibi oluyordun ve karanlık geçmişin ortaya çıkabilirdi. Korkularını anlatmayacağım, sadece yıllar sonra Louise'den gelen mektubu ansam yeter. Louise, kim olduğunu anlattığı bir mektubu çalıştığın üniversiteye gönderdi ve mektubun üstü hemen kapatıldı, şöhretinin getirdiği avantajlardan mahrum kalmak istemeyen üniversitenin yediği bir halt, muhtemelen. Teorini de açıkladın, sadece bir Okur, bir anlam, bir Yazar. Böyle olmasa kitabın arka kapağında fotoğrafının ne işi var? İnsanlara bunun tersini yedirdin, böylece zamanında yarattığın "Hermes" de ortadan kalkacaktı. İyi taktik. Konuşmayı bırakıp senden dinlediklerimi anlatacağım.

Üçüncü tekrar. Sanırım anlatmayacağım, olaylar ve metinliğinin farkında olan metin, yazar-okur sorgulamaları o kadar iç içe geçmiş ki filmin sonunu söylemiş gibi olacağım. Olmayayım, zorlanmayı seven okur da bu romanı okusun, yazar nasıl ölürmüş, görsün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder