13 Ocak 2018 Cumartesi

Selçuk Baran - Kış Yolculuğu

1984 mahsulü bu öykülerden üç adet mevcuttur, üçü de -biri ölüme olmak üzere- çıkılan yolculukları anlatır. Bir anlamda kaçışlar anlatılır. Dönmemecesine kaçışlar, sadece biri böyle bir özellik taşısa da dönüş ihtimali de kaçışın içindedir, uzaklarda olmasına ve görünmemesine rağmen. En temelinde insanın olduğu kişiye dönmesidir konu, şehirler ve insanlar hiçbir şey değiştirmez. Kişi, olduğu kişidir, bu kaçışsız bir şeydir.

Türkân Hanımın Ölümü: Baran'ın nadiren kullandığı değişik bir anlatım tekniğine sahiptir, Türkân Hanım (bundan sonra Hanım diye geçecek) pek çok kişi tarafından farklı bakış açılarıyla incelenir, parçalanır, birleştirilir. Her bir anlatıcı için -haliyle anlatıcı da durmadan değişir- farklı bir başlık kullanılmıştır, bölümler bir kadını yaratma çabasındaki insanların anlatısından ibarettir. İntihar eden bir kadını, kadını değilse de intiharını yaratanlar. Kendilerini de yaratırlar, Hanım'ın onlarla münasebeti belirir, bir de kendilerinden yola çıkarak yaratırlar Hanım'ı.

Epigrafında Michelangelo'nun bir sözü var, ruhunda biçimlenen her düşüncede bir parça ölüm olduğuna dair. Hanım'da da aynı durum var, epigraf metni çırılçıplak bırakıyor, sevmediğim bir durum. Daha imleyici, çağrıştırıcı, itle dalaşmaktansa çalıyı dolaşmalıcı olmalı epigraflar. Bence.

Okuru öyküye hazırlayan bir ses/anlatıcı konuşur başta, öykünün adından içeriğine kadar pek çok konuda bilgi verir. Hanım'ı oluşturmanın imkansızlığından bahseder ama yine de öykünün dokusunu oluşturan parçalar vardır, o halde öykü de vardır, öykü varsa okur da vardır, o zaman sıkıntı yok.

Anlatıcı, kişileri tanıtır ve sözü onlara bırakır, bir nevi televizyon programı izler gibi okuruz. Diş Hekimi Oğuz Karan ilk sıradadır. Otuzunu geçmiş olmasına karşın -buraya bir anlam veremedim, otuzdan sonra okunmayacağını mı söyler anlatıcı, bilemiyorum- her gece iki saat kitap okur, Proust ve Rilke sever, bir de hastalarına karşı sonsuz bir saygı duyduğu için Hanım'ın çekiciliğine, kadınlığına kayıtsız kalabilen tek insan olduğu söylenir. Belki de bu yüzden olabildiğince objektif bir anlatı kurar; Hanım'ın dairesini, eşyalarını ve yaşamını tarafsız bir şekilde anlatır. Ölüm getirilmediği müddetçe Hanım'ın evine girilemeyeceğini de kendisinden öğreniriz. Hanım, misafirlerinden ölüm haberi almak ister. Birilerinin ölmesi gerekir, sosyallik bu şekilde sürer. Mesela Safiye Günel, komşu. Kocası ölür, Hanım ölü evine süslü püslü gelir, parmaklarında pırlantalar vardır. Ölünün son anlarına şahit olmamasına rağmen allayıp pullayıp anlatır, sanki oradaymış gibi.

Eski kocalar, çocuklar, sevgililer, öğretmenler, konuşulan herkes geçmişin bir köşesini aydınlatır. Hanım hırslı bir çocuk, hırslı bir kadın. İyileşmeyen bir kalp yarası, uçarı bir yaşam ve intiharına yol açan son bir ilişki. Hanım'ın ölümünden sonra iki arkadaşı bir araya gelir, kadının gizemli bir yaşamı sürdürme çabasını övmesine karşılık emekli general bunun hiçbir anlam ifade etmediğini söyler. Hanım'ın yaşamı karanlıklar içindedir ve karanlığı sevmeyenler için oldukça belirsiz, anlaşılmaz ve yerine göre acıtıcıdır. Birini tanımak için onu yaşamak lazımsa, Hanım daha baştan ölüdür. Baştan.

Temmuz, Ağustos, Eylül: Çayağzı'na gelen bir Volkswagen, içinde otuzlu yaşlarını yarılamış bir adam. Kandıra civarı bir köy. Adam eşyalarını indirir, bir oda bakar, oranın yerlilerinden biri kendi evini kiralar. İyi insanlardır, büyük şehri bilirler ve İstanbul'dan gelen bu adama yakınlık gösterirler, mesafe her şeye rağmen korunur. Kaçtığı bir şeyler olan insanlara karşı korunacağı gibi.

Yeni mekan, adam İstanbul'da olsa rengarenk bir evi yadırgayacağını düşünür ama denizle ormanın arasına sıkışmış bu köyde her şey güzeldir. Orada dünya yepyenidir, zevkler bile değişebilir. Adamımız tiyatroyla uğraşmaktadır ve istediklerini yapamadığı için tiyatroya küsmüştür, Çayağzı'na bu sebeple gelir, her şeyi arkasında bırakıp yepyeni bir hayata başlayabilmek için. Başladığını düşünür. Ev sahibinin dul yengesine aşık olur, ev sahibinden icazet alır ve evlilik hazırlıklarına başlar ama ev sahibi hala temkinlidir, adamın bir gün gidebileceğini düşünür, adama da söyler bunu. Nihayetinde adam hazırlık yaparken gazetede bir haber görür, Shakespeare oynanacaktır. Fırsat, nihayet.

Keskin bir dönüş. Adamımızın dünyasını adım adım keşfederken burada herhangi bir çatışmayla karşılaşmayız, karar çok çabuk verilir ve adam İstanbul'a doğru yola çıkmışken eşyalarının bir an önce postaya verilmesini umar. Daha da keskin bir son, öykü böyle biter. Bu son bölüm daha ayrıntılı olabilirmiş, sadece ev sahibinin belli belirsiz öfkesini görürüz, o kadar. Kadınla adamın hallerini pek bilmeyiz, okura sunulmaz.

Kış Yolculuğu: Baran'ın kurmayı pek sevdiği benzer karakterlerinden biri. Adam doğup büyüdüğü kasabaya yıllar sonra dönme ihtiyacı duyar çünkü eşi ve çocukları memlekete gitmiştir, sevgilisi yanında değildir, siyasi meselelerden ötürü bitiremediği okulu ve parmaklıklar ardında geçen yılları ağrımaktadır. Gider. Bulamaz.

Baran'ın ilk dönem öyküleri daha sınırlı mekanlarda geçer; ev, oda, sokak ve benzeri mikro dünyalar. Buradaysa ikinci ve daha uzun süren döneminin tam bir örneği bulunmakta. Kentten kaçış, daha küçük bir mekanda aranan mutluluk ve karşılaşılan umutsuzluk. Baran'ı okumak için ideal bir başlangıç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder