2 Ocak 2018 Salı

William A. Pelz - Modern Avrupa Halkları Tarihi

Hükümdarlar emreder, savaşlar yapılır, dünyanın harikaları inşa edilir, aynı şekilde yıkılır. İnsan yığınlarıdır, ne olduysa onların güdülmesiyle olmuştur. Din, ekonomi, güdecek ne varsa kullanılır, imtina edilmez. Korkunç bir sürüklenme.

Geleneksel tarih yazımı resmi söylemlerden ve birkaç kodamanın edimleri üzerinden şekillenmiştir, tarihin inşasında dönüm noktalarını oluşturan olayların arkasındaki yöneticiler ve bir parçası oldukları ekonomi politik alan üzerinde bir yapı oluşturulmuştur. Oluşturulmuştu, artık bu tür bir inşa "kolaycılığa kaçma" olarak kabul edilmekte, "karma" bir tarih yazımı anlayışı önem kazanmaktadır. Savaş ilan eden bir kralın bu kararının sebepleri ve birkaç gün içinde intikale başlayacak ordunun subaylarının günlüklerinde yazılanlar aynı tarihin bir parçasıdır, aynı metinde yer alabilirler ve birbirlerini tamamlarlar. Foucault'nun özne-iktidar bağlantısını kurduğu tarih metodunun ürünü olarak görmek belki aşırı bir yorumlama olabilir ama William A. Pelz'in Modern Avrupa Halkları Tarihi adlı eserini oluştururken Foucault'dan ve mikro tarih yönteminden etkilendiği aşikar. Öznenin oluşur oluşmaz tahakküm altına alınmasının tarihçesi değil, düzene karşı çıkılmasının tarihçesi. Sistemin kendine ayar çekmesi olarak görülebilir gerçi; o kadar çok enstrümanı var ki bütün kazanımların ardından iktidarın dengeleyici bir hamlesi mutlaka geliyor. Bu açıdan umutsuzluk sürüyor ama Batının sömürü düzeni yerine daha insancıl bir sistemin gelebileceği umudu da varlığını sürdürüyor.

Pelz, Giriş bölümünde zenginlerden çok emekçilerin tarihinin anlatılması gerektiğini söyler ve Napoléon'dan yaptığı bir alıntıyla neye karşı çıktığını özetlemiş olur: "'Gerçek tarih nedir ki? Hemfikir olunmuş bir masal.'" (s. 14) Halkın tarihi anlatılmazsa tarih yazımı kurmacaya daha da yaklaşır, yaşananları dışlamış olur. Pelz, anlatılmayan tarihin peşine düşüyor.

On altı bölümde Ortaçağın çöküşünden 21. yüzyılın Avrupa'sına, yaklaşık 1600 yıllık bir süreçte gerçekleşen devrimlerin ve büyük halk hareketlerinin izi sürülüyor, kıvılcımların ateşlere dönüştüğü ve ateşlerin -bu kez insanlığın aleyhine- çalındığı olaylar anlatılıyor. 

Ortaçağın Çöküşü bölümünde ilk isyanların öncesi, diğer bölümlerin temelini oluşturacak öfkenin doğduğu zamanlar işleniyor. Ruhban sınıfını ve savaşçıları besleyen köylülerin tarihiyle başlıyor Pelz.

Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle birlikte açığa çıkan kaotik Avrupa'nın Germen, pagan ve Hristiyan dalgalara karşı savunmasızlığı, derebeylerinin yükselişini sağlar. Kilise, Ortaçağa gelindiğinde güçlünün kullanacağı bir araç olarak kurumsallaştıktan sonra derebeylerle mutualist bir ilişkiye girer, böylece inancın zincirleriyle bağlanan serfler iktidarın eziciliği altında yaşamlarını sürdürmeye çalışırlarken Kilise'nin dehşetiyle yüzleşirler. Martin Luther'in reformculuğuna rağmen Kilise'nin güç odağı özelliği yıkılmamış, bir araç olarak kullanılmak üzere varlığı korunmuştur. Kilise'nin öğretilerine karşı çıkıp alternatif bir Hristiyanlık yaratan Katharlar gibi gruplara karşı uygulanan şiddet, ardından gelen reformist hareketler ve derebeylerinin Haçlı Seferleri sonucunda güçlerini kaybetmesi, halkın sesini yükseltmesini sağlamıştır. Yükselen sesler arasında kadınların sesleri de rahatlıkla duyulabilmektedir, Pelz'in her bir toplumsal dalgalanmada kadınların sesini unutulmaya yüz tutmuş tarihi belgelerden çekip çıkarması, kadınların mücadelesinin somutlaştırılması bağlamında oldukça önemlidir.

Derebeylerinin güçlerini kaybetmesiyle birlikte ortaya çıkan burjuva sınıfının merkezi krallıkların doğuşunu kolaylaştırdığı söylenebilir; genişleyen dünyayla birlikte üretim yerine ticaretin daha çok sermaye birikimi sağladığını gören hükümdarlar, burjuva sınıfını destekleyip ekonomik olarak güçlenme yoluna gittiler. Kapitalizmin modern dünyada kuruluşu bu yolla gerçekleşiyor, sonrası birbirinin kopyası denebilecek savaşlar, halk hareketleri ve diktatörlüklerin doğuşuyla yıkılışı olarak inceleniyor. Birkaç hareketi daha alayım ben.

Martin Luther ve dinsel dogmalarla ilgili bölüm. Bohemyalı Jan Hus'un çaktığı kıvılcımla büyüyen Taboristler, Katharlar gibi alternatif bir Hristiyanlık sunarken Kilise tarafından darmaduman ediliyor. Günah çıkarma sırasında cukkalanan paralar, aforozlar, bir sürü nane İncil'de yok, o halde insanlar neden bunların sıkıntısını çekmeli? Veba salgını sırasında rahipler ortadan kayboluyor, ölmek üzere olan insanları kutsayacak kimse yok, bu da bir diğer falso. Sonuçta Luther ortaya çıkıyor ve çoğu şeyi değiştiriyor ama Kilise'nin otoritesini yıkmak yerine sürdürüyor, yeni kiliseler de bu otoritenin bir uzantısını oluşturuyor. İngiltere, Almanya ve İsveç gibi yeni akımların başladığı yerlerde Hristiyanlıkla halkın ilişkisi iyi bir incelenmiş, uzun mevzu olduğu için girmiyorum. 

Kilise, iktidar ve sermaye üçlüsü sömürmeye başlar başlamaz ayaklanmalar da ortaya çıkıyor, İngiltere'de kelle vergisine karşı çıkan köylüler ayaklanma kültürünün oluşmasında en etkili kesim olmuştur sanıyorum. Bu kesimi ortadan kaldırmak için cadı avı, dünya savaşı ve pek çok saçmalık ortaya çıkacak, işçi sınıfının kurduğu yapılar -sendikalar, partiler vs.- yine işçi sınıfına çevrilmiş silahlar olarak dönüştürülecek, iktidar yeni yollar ve yöntemler bulma konusunda ustalığını konuşturacak. Günümüzde devamı izlenebilir.

Kitleler halinde ölümler halkı ortadan kaldıramıyor, çekilen onca acı bir yerde kurtuluş umudunun sürmesini sağlıyor, aslında Pelz koşullar ne olursa olsun yangın yerinde bir çiçeğin açabileceğini söylüyor. Son tahlilde ümidini kaybetmeyen, iktidarın silahlarına karşı yeni stratejiler üretebilen, yaratıcı ve alt sınıflardan veya bu sınıflara ait olan aydın kesimden insanların hikâyesini anlatıyor.  Sağlam bir inceleme.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder