13 Mayıs 2018 Pazar

Arthur Machen - Işıldayan Piramit

Machen'a Lovecraft'in bir öyküsünün epigrafı olarak rastlamıştım. Yedi göbek Galli olan Machen, diğerleri adaya gelmeden çok uzun zaman öncesinden beri orada olan Keltlerin inanışlarını kendi zamanına taşıyan bir yazar. Pagan dehşetler Machen'ın öykülerinde canlanıyor, modern çağların boşlukta sallanan insanlarına geçmişin ölmeye hazır olmadığını anlatıyor. Angllar, Saksonlar, Normanlar gibi pek çok topluluğun göçtüğü o topraklarda Stonehenge'in başlı başına hatırlatıcı bir anıt olarak var olmaya devam etmesi, çift katlı otobüslerin geçtiği yolların altında, derinliklerde kadim varlıkların yaşamayı sürdürdüğünü anımsatır.

Barker'ın Machen'a saygılarını sunduğu bir öyküsü olarak görüyorum Rawhead Rex'i; çağlar öncesinin iblisini durdurmak için Bereket Tanrıçası heykelinin kullanılması gerekiyordu. İnsanın çağlar boyunca inandığı her şey -biz bilmesek de- birbiriyle bağlantılı, seziyorum bunu. Joseph Campbell bu konuda bir şeyler yazmıştır umarım, büyük dörtlemesinin kalan üç kitabını yutarcasına okumam gerek. Neyse, Borges der ki Machen'ın kötülük probleminin temelinde gerçek kötüler vardır. İyiliğin yokluğunun dışında kötü varlıklar tepelerde, ormanlarda ve metruk mekanlarda cirit atar. Borges'e göre kötülerin cismani halleri, "Poe ve Lovecraft kadar taşkın olmayan düzyazısının kesinlik ve ciddiyetiyle çelişir." Ataları gibi toprağa ve büyüye bel bağlayan Machen, nesillerdir sürdürülen zorbalığa dayanarak insanları suçladı. Kelt olduğu konusunda ısrar etti ve Keltlerin uğradığı eziyetler sonucunda günümüzün İngilizleri pagan iblislerin saldırısına uğradı. Çelişki burada doğuyor; kötülük yaptıkları için mi kötülüğe uğruyorlar, iblislerin kötülüğü mü kendini gösteriyor? Gerçek kötülüğün ne olduğu soru işareti olarak kalıyor. Öykülere baktığımızda bilinçli bir kötülük görmeye çalışırsak pek de başarılı olamayacağız, var olma alanlarını koruyan varlıklardan başka bir şey göremeyeceğiz. Bu varlıkların ortaya çıkarılması için uğraşmak bir savunma mekanizmasını harekete geçiriyor ister istemez, bunun saf kötülük olduğunu söylemek mümkün değil.

Kara Mührün Öyküsü'nde rasyonalist bir adamın fikirlerini değiştirmeye çalışan Bayan Lally'nin anlattığı öyküyü dinliyoruz. Sadece dinleyici konumunu doldurup öykünün sonunda ağzı uçak girecek kadar açılan adam, iki kere ikinin beş ettiğine, iki kenarlı üçgenlerin varlığına inanmaz. Kadına meydan okur, şaşırtılmak ister. Kadın da, "Al sana katakulli," der, anlatmaya başlar.

Kocası öldükten sonra kadın Londra'daki kardeşinin yanına gelir ve iş aramaya başlar. Bir gün pes eder, kendini öldürmeyi düşünürken Profesör Gregg'le tanışır. Bu profesör akademik yaşamda yapacağını yapmış, okültizm üzerine çalışmak istemektedir. Arkadaşlarına bu isteğinden bahseder ama kendisiyle dalga geçilir. O da emekliliği yaklaştığı sırada, elindeki mührü ve yıllarca biriktirdiği gazete sayfalarını yüklenir, iş verdiği Lally'yi de yanına alarak kırsala gider. Yolculuk başlayana kadar kadının aklını "çok büyük bir sır" olduğunu söylediği gizli bilgilerin varlığıyla doldurmuştur, evindeki raflar dolusu kitap da aklını bilimle -gizli bilimlerle de- doldurduğunun kanıtıdır. Lally, bilinmeyene doğru yola çıkar bir açıdan. Doğaüstüne inanmaya pek meyilli değildir, dünyada keşfedilecek pek bir şey kalmadığını söyler. Profesör aynı fikirde değildir.

Bilinmeyen hakkında konuşmaları, dünyanın gizemleri, Dünya'nın kendisi kadar eski anıtlar, yazıtlar, bir sürü şeyle doldurulan paragraflar boyunca profesörün adım adım tedirginleştiğini görürüz. İncelemelerini sürdürmekte, elindeki mührü Libya'daki kadim bir halkın yarattığı sembollerle kıyaslamaktadır. Mitlerin kaynakları belli belirsiz sezilir, civardaki şapşal bir oğlanın sayıklamalarından mührün üzerindeki harflerin seslendirilmiş halleri duyulur. Profesör, civardaki bir papazdan dil hakkında bilgi almak ister, Peri Halkı denen bir kavmin konuştuğu eski bir dili keşfetmek üzere olduğunu öğrenir. Sonrasında gerçekleşmesi imkânsız şeyler gerçekleşir, profesörün arkasında bıraktığı mektup sayesinde Lally her şeyi öğrenir, hikâyeyi adama anlatır. Son.

Machen, Kelt söylencelerini aktarırken yarattığı dehşeti doğallaştıramıyor açıkçası. Bu ee kadar doğallaşabilirse gerçi. Doğallaşabilir, Lovecraft ve çağdaşları bunu çok iyi yapıyor. Borges bu açıdan Machen'ı başarılı buluyor, okura yapaylığı sezdirebilecek olağanüstü olayların coşkun bir üslupla desteklenerek gerçeklik yanılsaması yarattığını söylüyor. Aynı fikirde değilim, bunda olayları Lally'nin anlatımından dinlememizin etkisi olabilir. Kendisi kuşkucuydu, ecinnilerle karşılaşana kadar bu kuşkuculuğun sürdüğünü biliyoruz, coşkunun taşınmasını baltalayan bir şey bu. Bilemiyorum, dünyada böyle şeylerin var olduğunu aktarmak için doğal bir akışı tercih ediyorum. İnanmayanları inanmaya zorlamak iyi bir yöntem değil hikâye anlatıcılığında.

Beyaz Tozun Öyküsü, Karanlıkta 33 Yazar'da da mevcut. Basit; kadın ve kardeşi Frank. Frank, ablasının evinde hukuk çalışmaktadır, odasından çıkmamacasına. Bir ara hasta olur, doktora gider ve doktorun verdiği beyaz bir tozu suyla karıştırıp içmeye başlar. Arkadaşlarıyla buluşmaya başlar, sosyal hayatı canlanır ama bir yandan yavaş yavaş değişmektedir, umacıya falan benzemeye başlar. Gerilim ağır ağır yükselir, kadının çağırdığı doktor adama hiçbir şekilde yardım edemeyeceğini söyleyip oradan kaçar. En sonda bir kimyager, ilacın çağlar öncesinden gelen ritik bir toz olduğunu söyler. Meryem'i aşağılamak için yapılan pagan törenlerin çılgın çiftleşmelerinde kullanılmakta, kullanan herkesi delirtmektedir. Bizim eleman formunu da kaybeder, çamur yığınına dönüşür.

Eh. İyi bir öykü olduğu söylenebilir ama odasından çıkmayıp yavaş yavaş deliren bir adamın pek korkutucu bir yanı yok açıkçası, sondaki çözülüş de sadece antik ritüellerden biri hakkında. Eh.

Işıldayan Piramit nam öyküde, kırsalda kaybolan bir kızın başına ne geldiğiyle ilgili bilmeceleri tak tak çözen dedektif ruhlu bir abimiz vardır. Arkadaşının evi, kızın hiçbir iz bırakmadan kaybolduğu yere çok yakındır. Bir de evin hemen önündeki çakıl taşlarının farklı sıralanışla farklı biçimler aldığı keşfedilir. Sonuçta gizem çözülür, toprağın altındaki kadim piramitte yanan kadının gölgesini ve tepelerin altında yaşayan varlıkların gözlerini görürler. Böyle.

Yeats'in Kelt Şafağı'nın bir tık arkasına koyuyorum bunu. Machen kesinlikle çok esinleyici bir yazar, ona diyecek bir şey olmasa da coşkusunu dizginleyememesinden ötürü öyküleri biraz ders kitabı içeriği taşıyor. Oysa Büyük Tanrı Pan'ı ne kabusvari, ne müthiş bir romandır!

Bugün de ukalalık yaptık, şükür. Kaçmaz, müthiş kitaplıktan iyi bir kitap.

2 yorum:

  1. Merhaba.. Öncelikle sizi kıskandığımı söylemeliyim. Sizi kıskanıyorum! Şimdi nasıl olduğunuzu sorabilirim. Nasılsınız? Ben iyiyim. Okuduğum kitaplar üzerine değerlendirme yazacağım ama öyle mühim bir şey olmayacak. Daha başlamadım işime. Şu an 'zamanı gelince okuyacağım kitaplar'a bakıyorum. Kanguru Defteri kitabı gözüme çarptı. Nasıl bir kitap diye bir araştırma yapayım dediğim anda sizin kitapla ilgili yazınızı gördüm. Tebessüm ettim ve yazınızı okumaya başladım. Fakat hepsini okumadım kitabın büyüsünü bozarım diye. Almaya karar verdim yorumunuzun bir kısmı ile. Size bunları söylemek istedim ve hiç alakası olmayan bir paylaşımınızın altına -sadece en son paylaşımınız olduğu için- bu mesajı yazıyorum. Kanguru Defteri'nin altınına yazsaydım daha mantıklı olurdu değil mi? Ama ona şu an üşeniyorum beni mazur görün. Ah unutuyordum.. Size sizi neden kıskandığımı söylemedim. Merak edersiniz diye söylüyorum. Kitap okuma hızınızı kıskanıyorum. Çekememez bir kıskanma diyebiliriz buna. Siz hiç hız kesmeden okumaya devam edin olur mu?
    Huzurlu akşamlarınız olsun :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selam. Monokl, Kobo Abe'nin bir metnini daha basacak, iki haftaya cikar demisler.

      Cogu zaman iyiyim. Siz nasilsiniz?

      Patolojik vaka oldugumu dusunuyorum, normal bir sey oldugunu sanmiyorum bu kadarinin. Okudugum her seyi buraya alamiyorum zaten, yetisemiyorum. Onun disinda bir sikayetim yoktur.

      Siz de yazin. Baglantiyi yollarsiniz.

      Hos gunler dilerim.

      Sil