9 Mayıs 2018 Çarşamba

Georgi Gospodinov - Hüznün Fiziği

Facebook'ta paylaşmış yine.

Gospodinov neyi parçalıyor?

Çocukluğunda okuduğu mitolojik metinde kurulan dünyayı kendi dünyasıyla parçalıyor. Tersi de geçerli. Minotor'un evini düşünürken spirallikten başı dönen Gospodinov, kendini Minotor'un yerine koyduğu için aynı noktalardan geçiyor, aynı noktalardan farklı adımlarla geçiyor. Bu farklı adımlar, birkaç noktada Doğal Roman'la kesişiyor. Dinozorlar gibi yok olmak, hayal gücünün baskılandığı bir toplumun parçası olmak, pek çok adım. Labirentin arkaik sanattaki tezahürü olan spiralliği unutmuş mudur Gospodinov, labirentlerin seçim yorgunluğu yaratmasını düşünürken? Hayır, o aynı noktaya gelirken de, farklı seçimlerle kendini parçalarken de her şeyi birleştirmeye çalışıyor. Gospodinov'u bir arada durmaya çalışan sayfalar yığını olarak imliyorum, adımını attıkça birkaç sayfa yere doğru süzülüyor ama eğilip yakalıyor hemen, üzerine yapıştırıveriyor. Gospodinov kendini/sayfaları toparlayıp başka başka metinler çıkarmaya çalışıyor, romanların giriş bölümlerinden saf, doğal bir roman/anlatı üretmeye çalışması gibi.

Joseph Campbell'dan uyduracağım; çocuklardaki karanlık korkusunun kaynağı rahme dönüş korkusuysa, yeni elde edilen gün ışığının yitirilmesi korkusuysa, spiral dediğimiz kendi kuyruğunu yutan yılandan hallice biçim, tefekkürün belirli aşamalarında ve "eterle uyuyan insanda" ortaya çıkıyorsa, karanlığın zihne dolması bu spiralin bir sonucuysa ve bundan kurtuluş yoksa, zaten kurtuluş istenmiyorsa, istemenin herhangi bir mantığı, mantığın herhangi bir işlevi, işlevin küçücük bir anlamı, anlamın bir anını bile kapsamadığı içkin yaşamı yoksa, Gospodinov sadece ait hissettiği şeyi, adını parçalıyor. Çocukluğunda bir tane verilmiş, ölümünde elinden alınmış, birçok varlığı içermiş ad. Giriş bölümünde doğanları görürüz; bir sinek. Bir adam. Bir adam daha. Dünyanın oluşumundan beri orada olan varlık. Henüz dünyaya gelmemiş bilincin ilk anı. Bir erkek daha. "Ben varız." (s. 14) Var olunuz "sen", parçalanmak için. Bir parçaya indiğin zaman, diyelim ki bilinçten bilince geçebilen, doğmamış olan parça olsun bu, öyküden öyküye geçmeye başladın. Hatıra sörfçüsü olarak dedenin hatıralarıyla başladın, savaşa gitmişti. Yabancı diyarlardaki yaban olarak büyücülerle, umacılarla birlikteydi deden -artık deden de o güruhtan biri, öykülerini aldığın kişisin- ve etrafında bombalar patlıyordu, sen Minotor olarak kurtuluşunu öyküleri yaşamakta bulduğun için çaldığın, uydurduğun, kurduğun öyküler özgürlüğün haline geldi ama özgürlüğün sana mahkumdu. Gospodinov, sen özgürlüğünü parçaladın.

Gofretlerden, limonatalardan, bulutlardan, her yerden başkalarının yaşamına geçiş. Bir aile anlatısına başlamak, her şeyi bir arada tutma çabasının en doğal haliydi, o yüzden kolaydı. Gospodinov başladı, savaş yüzünden açlıkla boğuşan ailenin azalma çabalarında, annesinin oğlunu değirmende bırakıp gitmesi, en büyük kardeşin fırtınada değirmene dönüp ağlayan, haykıran, karanlıktan ve değirmenden -klostrofobi, spiral, çocukluk- ölümüne korkan kardeşini kurtarması bu anlatının yaşamasına yol açıyor. Yunan eşleniğe dönersek Gospodinov metni başlıklarla parçalıyor. Elde var üç ama daha bitmedi; Ariadne'den nefret ettiğini söylemek için ayrı bir bölüm oluşturmuş olması dikkat çekici. Her neyse, sonuçta Georgi üç yaşındayken ninesine ölüp ölmeyeceğini soruyor. Hiç doğmamasına yol açabilirdi nine, bu yüzden cevap vermek zorunda. Buraya almıyorum, ninenin Platon'u bilmeden isimlerin doğum anıyla birlikte "geldiğini" düşünmesini alıyorum onun yerine. Georgi-Minotor bağlantısı sezgisel bir düzleme oturuyor böylece. Çağlar öncesinin insanlarıyla bizler arasında uzanan ince bir iplik var, rüzgârla titriyor, yağmurla ıslanıyor, karanlıkta bir başına duruyor ama uzak zamanlardan iki yönde de haber taşıyor. Gospodinov, haberleri parçalamıştır.

Homo ludens mitolojiyi yaratıyor, yazarın bunu yapması kolektif bilincin herhangi bir ideolojiye eklemlenebileceğini gösterir. Kızıl ülkenin törenleri oyundur; dünyanın en iyi ırklarından birinin dünyanın en iyi liderleriyle yükselmesi, daha iyiye ulaşma çabalarında bireye düşen görevlerin yüceliği, "paylaşılmak zorunda olan" duygulara yol açıyor. Toplumun dışında yer almak için mücadele etmek zaten güzel sanatların başlı başına bir dalıyken komünizmin egemenliğinde daha da zor, "daha iyi" uğruna bodrum katlarında sürdürülmeye çalışılan yaşamlar, farklı düşünceleri yok etmeye çalışan öğretmenler, iki yıllık askerlik, katılmanın zorunlu olduğu gençlik örgütleri, hepsi çok ciddiye alınmış bir oyunun parçaları. Gospodinov, çocukken yaşadığı bodrum katından görülen ayakkabıların üst kısımlarını hayal etmeye başlayarak kendi mitolojisini yaratır. Botlar, sandaletler, spor ayakkabılar, çamurlu olanlar, yırtıklar, her birinin hikâyesi vardır ve camdan görülmeyen bölümdedir, yukarıda. Bu, yaratma cesaretinin temel bir güdüye dönüşmesidir. Midesinin sağlığı için sülük yutan dedeyi Kronos'a benzetip kendi sülüklüğünü uyduran çocuk, uydurmaktan başka bir renk olamayacağını düşünür. Seksenlerin ve doksanların Bulgar coğrafyasında bir çiçeğin koklanması bile yönetmeliklerle açıklanırken bireysel oyundan başka bir çıkış yolu kalmıyor çocuk için, toplumsal oyun ölümden farksızdır. İnsan o zamanda ve o yerde kendi ölümünü bile ölememektedir. Gospodinov, daha özgününü üretebilmek için kendi ölümünü parçalamıştır, insandan insana geçip başkalarının hayatlarını yaşayarak.

Hikâyeler. Savaş sırasında Macaristan'a giden dedenin orada aşık olduğu kadın, dedenin anlattığı öyküleri yaşayıp anılardaki insanlarla konuşabilen anlatıcı için oldukça önemlidir, hikâyenin ilginçliğinin yanında anlatıcının obsesif empatik olduğunu öğreniriz. Üfürülmüş bir rahatsızlıktır bu da, patolojik vakaların en güzeli. Calabi-Yau Uzayı köklerini buraya salmıştır bence; boyutlar, zamanlar arasında sayısız geçişi bu empatik bozukluk -bozukluk?- sağlamaktadır. Kolektif bilinci düşünün, kaosa mütevazı bir bakış haline gelir her şey. Kendi bilincinden yola çıkması yeterli anlatıcının, gidebileceği yerlerin sınırları ortadan kalkıyor. Kime ait olduğunu bildiğimiz hikâyeler de çıkıyor arada, diğerlerinden kurtulup ayrı bir yere yerleşiyor. Dumanı tüten uydurukluklardan birinde, "Ah!" dedim, yıkıp geçti. Bir kadını unutmak için yapılan rastgele seksin yan etkilerini taşımak istemeyen adam, rastgele gezmeye başlar. Ülkeler, kıtalar birbirinin ardınca sıralanır, aylar süren bir yolculuk. Adam geri döner, gittiği yerleri haritada işaretler ve olduğu yere çöker; işaretli noktalar unutulacak kadının adının ilk harfini oluşturmaktadır. Gibi olaylardan insanlar neyi bekler, okur olarak bu kitaba karşı nasıl konumlanmak gerekir, hiçbir fikrim yok. Belki de ilk kez hüzne dair bir fikrim yok, bu kitabın hüznü nasıl biçimlediği hakkında bir fikrim yok, düşünmek dahi istemiyorum. Gospodinov, okurunu parçalamıştır.

Bütün koşullar uygundu, bir daha hiçbir metinde bu kadar kaybolacağımı sanmam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder