20 Mayıs 2018 Pazar

Salâh Birsel - Kahveler Kitabı

Salâh Bey Tarihi I. Enis Batur, üslubunu ayrı övüyor, denemeciliğini ayrı övüyor, Birsel kahvelerin tarihiyle birkaç döneme ışık tutuyor. Keyifli üslubu daha çok kendi hatıralarını değerlendirdiği bölümlerde ortaya çıkıyor, başkalarından duydukları da bu keyfin bir ortağı. İşin magazin boyutu bir yana, birkaç asır boyunca ileri geri gidip duruyoruz; Zâtî'den Orhan Kemal'e pek çok sanatçının ilginç yaşantılarını görürken sanat ortamlarını ve sanatçıların çalışma prensiplerini de öğrenebiliyoruz. "Biz bildiklerimizi, duyduklarımızı söylüyoruz, bilmediklerimizi, duymadıklarımızı söylemiyoruz." (s. 269) Birsel bu ortamlarda sıklıkla bulunduğundan, sanırım biraz da yaşanan onca şeyin sonraki kuşaklara kalmasını istediğinden anılarını döküp saçıyor, kişisel bir mikro tarih oluşturuyor. Kahvehanelerde yaşananlar kahvehanelerde kalmıyor, racon bozuluyor, Birsel muazzam bir beşlemeyle hiçbir şeyin kaybolup gitmemesini sağlıyor.

Kahvenin tarihinden İstanbul'daki kahvehanelerin tarihine geçiş, ardından bölüm başına bir kahvehanenin incelenmesi, çerçeve bu şekilde oluşuyor. Kahveleri kuranların geçmişleri, devredilen kahvelerin yeni sahiplerinin geçmişleri, yılların onca yükü başlıklarla bölünmüş durumda. Başlamaya en uygun konuyla giriş yapıyor Birsel, kahvenin tarihi. Kahve 1543'te Türkiye'ye geliyor, 1653'te Fransa'ya gidiyor. İstanbul'da ilk kahvehaneler 1555'te açılmış, "kahvefüruşluk" mekanlarıymış buralar. Birçok padişahın birçok yasaklama emri, emirlerin delinmesi, vurulan kelleler, Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi'nin tanıklıkları, din adamlarının kahveyi meyhaneden daha beter görmeleri, bir dünya olay. 1633'teki büyük yangında şehir kül olunca suçu kahvelere yüklemişler, padişahlar sokaklarda gezerek tütüncüleri, kahvecileri ve sair eşkıyayı öldürtmüş. Kahveye vergi getirilmiş, yabancılar verginin altından girip üstünden çıkarak haksız kazanç sağlamışlar. En son, Kızıl Sultan'ın hafiyelerinin uğrak yeri olmuş kahveler. Çok adam toplanmış buralardan. Yıldız olan adı Yaldız'a çevrilen kahve var, II. Abdülhamid işkillenmesin diye. Hikâyeler çeşit çeşit.

Ozanların kahveler hakkındaki görüşleri de ayrı bir bölümde yer alıyor. Mehmet Akif'in kahveleri yermesi, Fransa'da gördüğü kahvelerden sonra övgüye dönüşmüş. Bizde daha geç oturan bir kültür kahve kültürü, sadece serserilerin takıldıkları yerler olmaktan sanatçı tayfası sayesinde kurtulmuştur denebilir. Sait Faik'e göre buralarda bakanlar kurulu kurulur, hemen dağıtılır, vatan kurtarılır ve tekrar batırılır, çeşit çeşit insan çok acayip muhabbetlere girer, gündelikçilerle yolgezerlerin bir araya gelebildikleri yegane yerdir kahve. 20. yüzyılın kahvelerine örnek olarak Lebon, Elit, Baylan verilmiş, daha pek çok örneği var. Sanatçıların anılarına baktığımız zaman buraların önemini anlayabiliyoruz, Demir Özlü'nün kendisinden pek çok anı dinlemiştim bir zaman. Neyse, Paris kahveleriyle de kıyaslamalar yapılıyor. Yahya Kemal'in Verlaine ile tanışmış olduğu söyleniyor. Fikret Adil, İbrahim Çallı gibi isimler de Paris kahvelerinin havasını almış kişiler. Sanatçı kahveleri Paris'te meşhur, Galeano bir kitabında bu kahvelerin dökümünü ve önemli sanat hareketlerinin başlangıç noktaları olarak önemini anlatıyordu ama hatırlayamam şimdi hangi kitapta olduğunu.

Kahvenin kavrulması, servisi, adetleri, şusu ve busu hakkında yer yer sıkabilecek, detaylı bilgiler var. Zamanın kahve kültürüyle ilgilenenler için enfes. Gerçi adamına göre kahve yapılıyor, iyi kahve yapan kahveciler çok tutuluyor. Gençlerin, yaşlıların, esrarkeşlerin, tiryakilerin vs. kahveleri ayrı ayrı. Demlenmek isteyenlerin belli kahveleri var, nereye gitmek isterlerse. Hemen her kahvede görülebilecek olan tek kişi Ahmet Rasim belki de, kendisi acayiplik peşinde oradan oraya gittiği için uğramadığı kahve kalmazmış. Hikâyeleri komik, yaşadıkları da öyle. Kentle ilgili yazılarından nerelere gittiğini, neler yaptığını biliyoruz ama kendisi hakkında yazılıp söylenenler daha ilginç. Ahmet Rasim gibi efsane olan Pierre Loti'nin de Eyüp'e ilk gelişi ve ara ara uğradığı mekânı da güzel hikâyelerin birikmesini sağlamış. Birsel'in zamanlar arasında dolaşan bir şimdi anlatısı var, aradan yüz yıl geçmiş olsa bile oradaymış gibi anlatıyor, canlandırıyor. Üslubuna keyif katan bir özellik bu.

Galata, Tophane, Kadıköy, birçok meskenin kahveleri ayrı ayrı anlatılıyor, bunun yanında yolu İstanbul'dan geçmiş, Batılı büyük sanatçıların da anılarına sıklıkla yer veriliyor. Gerçekten çok zengin, ayrıntılı bir anlatım olduğu için onca bilgiye giremiyorum, sanatçılarla ve mekânlarla ilgili bir iki ilginç detayla bitireceğim.

Recaizade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası için malzeme topladığı, yollarını yürüdüğü yer Direklerarası. Bu tarihi yerin cıvıl cıvıl dünyasını okumaktan büyük keyif alınıyor. Birsel, Ekrem'in gözlem sırasında yaptıklarını anlatıyor ve o zamanın işaretlerini sıralıyor. Tarık Akan'ın filmlerinden biliyoruz, meğer Osmanlı zamanından geliyormuş. Saçlar dalgalandırılırken baş parmak havadaysa bir anlama, serçe parmak havadaysa başka bir anlama geliyormuş, ayakkabıların birinin öyleyken diğerinin böyle olması, manası çok derin bir olaymış. Sosyalleşmenin neredeyse yasaklandığı zamanlarda insanların bu işaretlerden başka bir çaresi yokmuş.

Edebiyat kavgaları meşhur. Muallim Naci'nin yancılarıyla Ekrem'in yancılarının kapışmaları, Sait Faik'in Nurullah Ataç'ın eleştirmenliğini yerin dibine sokması, "dekadan" vakası, edebi toplulukların kuruluşları ve dağılışları, Orhan Kemal'in dönemin bütün sanatçılarını etrafında toplayıp sabahın beşinden onuna kadar kalemi elinden bırakmaması, Mehmet Akif'le Mithat Cemal arasındaki tartışma ve barışma, Nazım Hikmet'in yurt dışına gitmeden önceki ve yurt dışından döndükten sonraki halleri, konuşmaları, Suat Derviş'e yeşillenmesi ama reddedilmesi, Dergâh tayfası, Tanpınar'ın ve Yahya Kemal'in çevresi, bir dolu eğlenceli ve üzücü hikâye. Anlatamayacağım, mutlaka okunması lazım. Gerçi bu işlere merakı olmayan okuru açmaz, muhtemelen sıkar ama azıcık bir ilgi varsa dünyanın keyfi okuru bekliyor.

Nedir, müthiş bir anı-deneme karışımı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder